KUREYŞ SÛRESİ, Arapca yazılışı okunuşu,meali ve TABERÎ TEFSİRİ

 


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla


لِا۪يلَافِ قُرَيْشٍۙ

Li-îlâfi kurayş(in)

Kureyşi, bir araya getirip anlaştırdığı için,


ا۪يلَافِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَٓاءِ وَالصَّيْفِۚ

Îlâfihim rihlete-şşitâ-i ve-ssayf(i)
Onları ticâret yapmak üzere kış ve yaz yolculuğuna alıştırdığı, başkalarıyla ısındırıp yakınlaştırdığı için,


فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هٰذَا الْبَيْتِۙ
Felya’budû rabbe hâżâ-lbeyt(i)
Artık onlar da bu Beyt’in Rabbine kulluk etsinler!


اَلَّذ۪ٓي اَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ وَاٰمَنَهُمْ مِنْ خَوْفٍ
Elleżî et’amehum min cû’in ve âmenehum min ḣavf(in)
Öyle bir Rab ki, onları açlıktan kurtarıp doyurmuş ve korkudan emin kılmıştır.






KUREYŞ SÛRESİ 🌸 TABERÎ TEFSİRİ

Kureyş sûresi dört âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1-2-3 Âyet Kureyş, hiç olmazsa alışıldığı kış ve yaz yolculuğuna ısındırıldığı için bu Kabe'nin rabbine ibadet etsinler.

Surenin başında geçen "İylafihim" kelimesi üç şekilde okunmuştur. 
Taberi'nin de tercih ettiği birinci kıraat şekli, hemze ve ya harflerinin gösterilmesiyle şeklindedir. Diğer bir kıraat şekli, ya harfi bulunmaksızın "İlafıhim" şeklindedir.

Birinci âyetin başında bulunan "Lam" harf-i cerinin bağlı olduğu yer hakkında farklı görüşler ileri sürüldüğü için bu surenin âyetleri farklı şekillerde izah edilmiştir.

Bir kısım müfessirlere göre başındaki harf-i ceri, bu sureden önce geçen fil suresinin sonunda zikredilen "Ceale" yaptı fiiline bağlıdır. Buna göre âyetin izahı şöyledir:
 
"Biz, kış ve yaz yolculuğu yapma nimetimize ilaveten Kureyşlilere bir lütuftu bulunmak için fil ashabını böyle cezalandırdık. O lütfumuz da Kureyşlileri birbirlerine kaynaştırmak ve güven içinde ticaret yapmalarını sağlamaktır."

Diğer bir kısım müfessirlere göre ise deki harfi taccüp içindir. Buna göre âyetin manası şöyledir: 

"Ey Rasûlüm, sen, Allah'ın, Kureyşi, kış ve yaz ticaret yolculuğu yapmaya alıştırma ve ısındırma nimetlerine bakarak onların hallerine hayret et. Onlar kendilerini buna kaptırarak sana iman etmekten geri kalmasınlar. Bu Kabenin rabbine kulluk etsinler."

Diğer bir kısım müfessirlere göre ise başındaki harf-i ceri "İbadet etsinler" anlamında olup sonra gelen "Fel ya'budû" fiiline bağlıdır. Buna göre âyetin manası şöyledir; 

"Allah, Kureyşi birbirine ısındırdığı ve onları kış ve yaz ticaretine alıştırdığı için Kabe'nin rabbi olan Allah’a ibadet etsinler, nankörlük etmesiler."

Taberi buradaki "Lam" harfinin taaccüp manası ifade ettiğini söylemenin daha doğru olacağını, âyet-i kerime’nin manasının: 

"Kureyşin, kendilerini aç iken doyuran, korkuda iken emniyetli kılan ve Kabenin rabbi olan Allah’a ibadeti bırakıp kendilerini kış ve yaz ticaret yolculuklarına kaptırmalarına hayret edin, şaşın. Onlar bu hallerinden vazgeçip kendilerini aç iken doyuran ve korkudan kurtarıp emniyete kavuşturan ve Kabe'nin rabbi olan Allah’a kulluk etsinler." şeklinde olduğunu söylemiştir.

Taberi, başındaki harf-i cerin, bir önceki suredeki fiile bağlı olduğunu söylemenin doğru olmadığını zira müslümanların, bu surelerin birbirlerinden ayrı iki Sûre oldukları hususunda ittifak ettiklerini, "Lam" harfinin yukarıya bağlı olduğunu söylemenin ise iki sureyi bir Sûre sayma gerektirdiğini bu itibarla da doğru olamayacağını söylemiştir.

Nitekim Abdullah b. Abbas bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: 

"Allah. Kureyşlilere yolculuk yapmalarını yasakladı. Onlara, Kabenin rabbine ibadet etmelerini emretti ve onların yeyip içeceklerini de tekeffül etti. Kureyşliler yaz ve kış yolculuk yaparlardı ve kış ve yaz dinlenemezlerdi. Bundan sonra Allah onları aç iken doyurdu, korku içindeyken güvene kavuşturdu. Onlarda devamlı olarak yolculuk yapmayı bıraktılar. Dilerlerse yolculuk yapıyorlar dilemezlerse yapmıyorlardı. İşte bu. Allah'ın onlara verdiği nimetlerdendir."

İkrime demiştir ki: 
"Kureyşliler, Basra ve Yemen'e kış ve yaz yolculuk yapmaya alışmışlardı. Allah onlara: "Siz bu Beytin rabbine ibadet edin." diyerek onların Mekke'de kalmalarını emretti."

Âyet-i kerime’de Kureyşlilerin kış ve yaz yolculuğu yaptıkları zikredilmektedir. İbn-i Zeyd ve Kelbi bu iki yolculuktan maksadın yaz mevsiminde Şam'a kış mevsiminde de Yemen'e yaptıkları ticaret yolculuğu olduğunu söylemiştir. Abdullah b. Abbas da bu yolculuğun, Kureyşlilerin, kışın Taiften Mekke'ye yazın da Mekke'den Taife yaptıkları yolculuk olduğunu söylemiştir.

Âyet-i kerime’de "Bu Kabenin rabbine ibadet etsinler" buyurulmaktadr. 

Müfessirler bu âyeti: "Kureyşliler yolculuk etmeyi bırakıp vatanları Mekke'de ikamet etsinler ve Kabenin rabbine kulluk etsinler. O onların rızkını tekeffül etmiştir." şeklinde izah etmişler diğer bir kısım müfessirler ise: "Kureyşliler ticaretleri için kış ve yaz yolculuğuna alıştıktan gibi bu Kabenin rabbine kulluk etmeye de alışsınlar." şeklinde izah etmişlerdir.

4 Âyet "O, rab ki onları açlıktan kurtarıp doyurdu ve onları korkudan emin kıldı."

Allahü teâlânın, Kureyşi emin kıldığı bu korkunun hangi korku olduğu hususunda müfessirler iki görüş zikretmişlerdir:

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve İbn-i Zeyd'e göre bu korkudan maksat, harem bölgesinde yaşayan insanların, dış düşmanların savaş ve saldırılarından korkmalarıdır.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allahü teâlâ Harem bölgesinde yaşayan insanları Hazret-i İbrahim'in şu duası ile korkudan emin kılmıştır.
"Bir zaman İbrahim şöyle dua etmişti: "Rabbim. bu beldeyi emin bir belde yap. Beni ve oğullarımı, putlara tapmaktan koru." İbrahim Sûresi, 14/35

Katade diyor ki: "Kureyşliler tüccardı. Araplar içerisinde kış ve yaz, ticaretlerini devam ettirirlerdi. Araplar birbirlerine karşı yağmaya girişirken Kureyşlilere bir şey yapamazlardı. Onlardan çekinirlerdi. Öyle ki Kureyşiilerden birine Arap kabilelerinin içinde bir şey yapıldığında 
"Bu harem bölgesi sakinlerindendir." denilice o bölgeye saygı göstermek için o adam ve malı serbest bıraktırdı.

İbn-i Zeyd diyor ki: "Araplar birbirlerine karşı yağmaya girişip birbirlerinden adam kaçırırlarken Kureyşliler, harem bölgesinin kutsallığından dolayı böyle bir hareket karşısında güven içindeydiler."

İbn-i Zeyd bunları söylemiş ve şu âyeti okumuştur: "İman etmeyenler "Eğer biz seninle beraber doğru yola uyarsak yerimizden yurdumuzdan oluruz." dediler. Biz onları nezdimizden bir rızık olarak herşeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği emin ve mukaddes bir yere yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bunu bilmezler." Kasas sûresi, 28/57

Dehhak, Süfyan es-Sevri, Veki" ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre âyette zikredilen korkudan maksat, cüzzam hastalığına yakalanma korkusudur. Allah, Kureyşlileri bu hastalığa yakalanma korkusundan emin kılmıştır.

Taberi âyet-i kerime’nin genel ifadesine bakarak Allah'ın, Kureyşilleri, kendilerini korkutacak şeylerden emin kıldığını söylemenin daha doğru olacağını, bu korkuyu belli bir korkuya tahsis etmeye dair Allah tarafından herhangi bir haber verilmediğini söylemiştir.

Kureyşliler, Mudaroğlu İlyas, İlyas oğlu Müdrike, Müdrike oğlu Huzey-me, Huzemye oğlu Kimine, Kinane oğlu Nadr soyundan gelen Nadr oğullarındandır. Kendilerine Kureyş adı verilmesinin sebebi hususunda şu görüşler zikredilmiştir. Kusay b. Kilab, Kureyşlileri harem bölgesinde bir araya getirdiği için onlara bu ad verilmiştir. Zira Kureyş kelimesiyle aynı kökten olan "Tekarruş" kelimesinin manası "Bir araya toplanmak ve konuşmak" demektir.

Diğer bir görüşe göre, Kureyşliler ticaret yaparak kendi kazançlarını yedikleri için onlara bu ad verilmiştir. Zira "Kars" kelimesinin manalarından biri de "Teftiş etmek ve araştırmak"tır.

Bir diğer görüşe göre Kureyşe bu ad, deniz hayvanlarından en güçlü bir hayvana benzetilerek verilmiştir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bu görüşe göre bu hayvanların adına "Kirş" denmektedir. Bu hayvan diğer bütün hayvanları yer fakat onlar onu yiyemezler.
Share:
Read More

FİL SÛRESİ Arapça yazılışı meâli ,TABERÎ TEFSİRİ

 



بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla



اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ
Rabbinin, fillerle Kâbe’ye saldıran o orduya ne yaptığını görmedin mi?



اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ ف۪ي تَضْل۪يلٍۙ
Onların hâince planlarını boşa çıkarmadı mı?


وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا اَبَاب۪يلَۙ
Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi.


تَرْم۪يهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّ۪يلٍۖۙ
Bu kuşlar onlara pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyorlardı.


فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ
Neticede Rabbin onları yenilmiş, çerçöp hâline gelmiş ekin yaprağına çevirdi.





FİL SÛRESİ - TABERÎ TEFSİRİ



Fil sûresi beş âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke fethinden sonra insanlara hitaben yaptığı ve Fil hadisesini de beyan eden bir konuşmasında şöyle buyurmuştur:

"Huzaa kabilesi, cahiliye döneminde kendilerinden bir kişinin öldürülmesine karşılık olarak Mekke'nin fethedildiği yılda Leys oğullarından bir kişi öldürmüşler bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbe irad ederek şöyle buyurmuştur:
 "Şüphesiz ki Allah, Mekke'yi Fil ordusuna karşı korumuştur. Allah, Mekkelilere peygamberini ve mü’minleri musallat kılmıştır. Dikkat edin, Mekke benden önce hiçbir kimseye helal kılınmamış benden sonra da kimseye helal klınmayacaktır Dikkat edin, Mekke bana ancak bir günün bir anı için helal kılınmıştır. Dikkat edin şimdi o bu saatte haram bölgedir. Dikeni sökülmez, ağacı kesilmez. Yitkileri, görevli dellallar dışında kimse tarafından alınmaz. Kimin bir akrabası öldürülecek olursa o kimse iki şeyden birini seçmekte serbesttir. Ölen için ya diyet verilir veya öldürene kısas tatbik edilir." 
Buhari, K. ed-Diyat, bab: 8, K. el-İlm, bab: 39

FİL HADİSESİ: Fil hadisesi İslamdan önce cereyan eden ve Kabeyi yıkmak için yola çıkan bir ordunun başına gelen olağanüstü bir hadisedir.

Tercih edilen görüşe göre Peygamber efendimiz, Fil hadisesinin meydana geldiği yılda doğmuştur. Bu olay peygamberlik öncesi, Peyamberler vasıtasıyla görülen tabiatüstü olaylardandır. Bunlara "İrhasat" denir.

İbn-i İshak'ın ve İbn-i Hişam'ın naklettiklerine göre fil hadisesi özetle şöyle cereyan etmiştir: Habeşistan'ın Yemen'de bulunan genel valisi Ebrehe, Yemen'in San' şehrinde "Kulleys" isminde bir kilise yaptırmıştı. Ebrehe'nin yaptırmış olduğu bu kilise o zamanda misli bulunmayan bir kiliseydi. Ebrehe bu kiliseyi yaptırdıktan sonra Habeşistan kralı Necaşi'ye şu mektubu yazmıştı.

"Ey kral, ben öyle bir kilise yaptırdım ki senden önce hiçbir kral için böyle bir kilise yaptırılmamıştır. Bu kiliseyi tamamlayınca hemen Arap hacılarını buraya çevireceğim."

Araplar, Ebrehe'nin Necaşi'ye yazdığı bu mektubu duyunca aralarında bu meseleyi konuşmaya başladılar. Bu sırada Fukeym b. Adiy oğullarından bir adam bu olaya kızdı. Bu adamın kabilesi haram ayların yerlerini değiştiren kabile idi. 
Bu kişi, Kulleys kilisesine vardı ve onun içine girerek oraya pisledi. Sonra çıkıp memleketine gitti. Durum Ebrehe'ye bildirildi. 
Ebrehe "Acaba bunu kim yaptı?" dedi. 
Ona şöyle dediler: "Bu işi, senin Arap hacılarını buraya çevireceğine dair sözünü duyan bir Arap yaptı. Bu Arap, Mekke'deki Arapların hac yaptığı Kabe'nin mensuplarındandir. Bu kişi senin sözlerine kızdı, gelip onun içine pisledi. O, bu davranışıyla Kulleys kilisesinin haccedilmeye layık olmadığını göstermek istedi."

Bunun üzerine Ebrehe hiddetlendi ve Kabe'nin üzerine yürüyüp orayı yıkacağına dair yemin etti. Habeş asıllı olan ordusunun hazırlanmasını emretti. Sonra filiyle birlikte ordusunu Kabe'ye doğru hareket ettirdi. Araplar bunu işitince büyük bir hadise olarak değerlendirdiler. Durumun vehametinden korktular. Ebrehe'nin, Allah'ın mukaddes evi olan Kabeyi yıkmak istediğini duyunca ona karşı savaşmayı bir görev saydılar. Yemen eşrafından ve krallarından biri olan Zünefir, Ebrehe'ye karşı harekete geçti. Kendi kavmini ve diğer Arapları, Allah'ın kutsal evini yıkmak isteyen Ebrehe'ye karşı savaşmaya davet etti. Davetine katılanlarla birlikte Ebrehe'ye karşı savaştı. Fakat mağlup oldu. Esir edilerek Ebrehe'ye götürüldü. 
Ebrehe onu öldürmek isteyince Zûnefir ona:
"Ey kral beni öldürme, belki de benim sağ kalmam senin için daha hayırlı olur." dedi. Bunun üzerine Ebrehe onu öldürmekten vazgeçip elini kolunu bağlayarak esir etti. Aslında Ebrehe yumuşak huylu birisiydi. Bu sebeple onu öldürmedi. Ebrehe kararından vazgeçmeyerek yoluna devam etti. Has'am kabilesinin topraklarına varınca Nüfeyl b. Habib, Has'am kabilesinin Şehran ve Nahis kollarıyla ve kendisine tabi olan diğer Araplarla birlikte Ebrehe'ye karşı çıktı ve onunla savaştı. Ebrehe onu da mağlup etti ve esir edildi. Ebrehe'nin huzuruna getirildi. Ebrehe onu öldürmek istedi. 
Nüfeyl ona: "Ey kral beni öldürme. Ben, Arap topraklarında sana rehberlik ederim. İki elim ve kolum mesabesinde olan Şehran ve Nahis kabileleri seni dinleyip itaat ederek Has'am kabilesine karşı yardımcın olurlar." dedi. 
Bunun üzerine Ebrehe onu da serbest bıraktı ve onu rehber olarak beraberinde götürdü. Taife varınca kendisine Mes'ud b. Muatıb geldi ve Sakiyf'liler Ebrehe'ye şunu söylediler: 

"Ey kral, biz seni dinleyen ve sana itaat eden kölelerininiz. Bizim seninle hiçbir anlaşmazlığımız yoktur. Zira sen bizim kutsal evimiz olan "Lafın bulunduğu yere bir şey yapmak istemiyorsun. Sen mekke'deki evi (Kabe'yi) yıkmak istiyorsun. Biz seninle birlikte sana orayı gösterecek bir delil gönderelim." 

Ebrehe bunun üzerine onlara da dokunmadı. Ta-ifte yaşayan Sakiyf oğulları Ebrehe'ye Mekke yolunda rehberlik etmesi için Ebû Riğal'i verdiler. Ebrehe, Ebû Riğal ile birlikte yoluna devam edip "Muğanvmis" denen yere varıp konakladı. Ebû Riğal orada öldü. Araplar onun kabrini , taşladılar. Bugün insanların orada taşladıkları kabir onun kabridir.

Ebrehe, Muğammis'te konakladıktan sonra Habeşlilerden, süvarilerin komutanı olan Esved b. Masdu'u önden gönderdi. Esved Mekke'ye varınca tihamede bulunan Kureyşlilere ve diğerlerine ait hayvanları toplayıp Ebrehe'ye götürdü. Bu hayvanların içinde Abdülmuttalib'in iki yüz devesi de vardı. Abdülmuttalib, Kureyşin efendisi ve büyüğü idi. Kureyşliler, Kinane oğulları, Hüseyl kabilesi ve Harem bölgesinde yaşayan diğer Araplar, Ebrehe'ye karşı savaşmak istedilerse de ona karşı güçlerinin yetmeyeceğini anlayarak savaşmaktan vazgeçtiler. Ebrehe daha sonra Hunata el- Himyerî'yi Mekkeye gönderdi ve ona 

"Sen bu beldenin ileri gelenlerinin ve efendisinin kim olduğunu sor ve ona de ki "Kral sana diyor ki:

"Ben sizinle savaşmak için gelmedim. Ben sadece Kabeyi yıkmak için geldim. Eğer Kabeyi yıktığım için bana karşı savaşmayacak olursanız benim sizin kanınınzı dökmeye ihtiyacım yoktuk. Eğer bu beldenin efendisi benimle savaşmak istemiyorsa onu al bana getir." 

Hunata Mekke'ye varınca Kureyşin efendisinin kim olduğunu sordu. Onun, Abdülmuttalib olduğunu söylediler. Hunata gelip ona, Ebrehe'nin emirlerini söyledi. Abdülmuttalib de ona: 

"Vallahi biz onunla savaşmak istemiyoruz. Bizim buna gücümüz yetmez. Bu, Allah'ın kutsal evi ve dostu İbrahim (aleyhisselam)ın yaptğı binadır. Eğer Allah, Ebrehe'nin buraya girmesine engel olacaksa o onun evi ve kutsal kıldığı yerdir. Şâyet Ebrehe'nin buraya girmesini serbest bırakacak olursa vallahi bizim ona karşı koyacak gücümüz yoktur.." dedi. 
Hunata: "Haydi birlikte gidelim. Zira kral bana, seni kendisine götürmemi emretti." dedi Abdülmutalib, yanında oğullarından bazıları da olduğu halde Hunata ile birlite gittiler. Ordugaha varınca Abdülmuttalib, eski dostu olan Zûnefr'i sordu. Onun tutuklu olduğu yere gitti ve ona:

"Ey Zûnef, başımıza gelen bu hadiseye karşı sende bir çare var mı?" dedi. . 

Zûnefr, "Kralın eline esir düşen, sabah akşam öldürülmeyi bekleyen bir esirin elinde ne çare bulunur? Senin başına gelen bu duruma karşı bizde hiçbir çare yoktur. Ancak fil'in seyisi olan Üneys benim dostumdur. Ben ona haber göndererek seni tavsiye edeceğim ve senin büyük bir insan olduğunu ona bildireceğim. Ben ondan, kralla görüşmen için sana izin almasını isteyeceğim. Böylece sen, kralla bildiğin gibi konuşursun. Üneys, gücü yeterse kralın yanında sana yardımcı olur." dedi. 

Abdülmuttalib, "Bu benim için yeterlidir." dedi.

Zûnefr, Ünesy'i çağırtarak ona şunları söyledi: 

"Abdülmuttalib, Kureyşin efendisi ve Mekke kervanının sahibidir. Ovalarda insanları dağlarda vahşi hayvanları doyuran biridir. Kral onun iki yüz devesine el koymuş, kendisiyle görüşmesi için izin iste ve gücünün yettiği kadar ona faydalı olmaya çalış." dedi. 

Üneys de: "Peki" dedi. 

Ebrehe'ye vardı ve ona: "Ey Kral, Kureyşin efendisi senin kapında görüşmek için izin istiyor. O, Mekke kervanının sahibidir. Ovalarda insanları dağlarda hayvanları doyuran bir insandır Sen ona izin ver de yanına girsin ve isteğini arzetsin. Ona lütfen iyi davran." dedi. 

Ebrehe izin verdi. Abdülmuttalib, iri yapılı, geniş yüzlü ve yakışıklı biriydi. Ebrehe onu görünce saygı gösterdi. Onu, tahtının önünde oturtmak istemedi. Fakat onun, kendi yerine oturmasını Habeşlilerin görmesini de istemedi. Bu sebeple tahtından inip halının üzerine oturdu. Abdülmuttaüb'i de yanına oturttu. Sonra tercümanına dedi ki: "Sor bakalım ne istiyor?" 

Tercüman sordu: Abdülmuttalib: 

"Benim isteğim, kralın el koyduğu iki yüz deveyi bana vermesidir," dedi. 

Tercüman bunu anlatınca Ebrehe tercümana: "Ona de ki: "Seni gördüğümde çok beğenmiştim fakat konuşunca gözümden düştün. Sen, elime geçen iki yüz deve hakkını da benimle konuşuyor da senin ve atalarının dininin timsali olan Kabe'yi yıkmak isterken benimle o hususta konuşmuyorsun." 

Abdülmuttalib ona: "Ben develerin sahibiyim. Kabenin de sahibi vardır, o da onu koruyacaktır." dedi. 

Ebrehe: "O, Kabeyi bana vermekten imtina etmemelidir." dedi. 

Abdülmuttalib de: "İşte sen ve o." diye cevap verdi.

Abdülmuttalib ve beraberindekiler Ebrehe'nin yanından ayrıklılar. Abdülmuttalib, Kureyşlilere gidip durumu bildirdi ve onlara, ordunun saldırısından korkarak Mekke'yi terketmelerini, dağların başlarına ve vadilere çekilmelerini emretti. 

Sonra Kabenin kapısının halkasından tutarak bir kısım Kureyşlilerle birlikte Allah’a dua etti. Ondan, Ebrehe ve ordusuna karşı kendilerine yardım etmesini diledi. Sonra Kabe'nin kapısının halkasını bırakıp Kureyşlilerle birlikte dağların başlarına çekilip oralara yerleştiler. 

Ebrehe'nin Mekke'ye girdiğinde ne yapacağına bakıyorlardı. Bir sabah Ebrehe Mekke'ye girmek için hazırlandı. Filini ve ordusunu teçhiz etti. Filin ismi "Mahmud" idi. Ebrehe Kabe'yi yıktıktan sonra Yemen'e dönmek niyetinde idi. Fili Mekke'ye doğru yöneltince Has'am kabilesinden olan Nüfeyl b. Habib filin kulağından tutup şunları söyledi:
"Ey Muhmud, çok veya aklını başına alarak geldiğin yere dön. Zira sen Allah'ın haram kıldığı bir beldedesin." dedi. Sonra kulağını bıraktı. 
Fil oraya çöktü. Nüfeyl ise hemen kaçıp dağa sığındı. Kalkması için filin başına balta ile vurdular. Fil yine diretti. Sopalarla dürtüp karnını kanattılar. Yine diretti. Başını Yemen'e doğru çevirince hemen kalkıp koştu. Şam'a ve doğuya doğru çevirince de aynı şeyi yaptı. Fakat onu Mekke'ye doğru çevirdiklerinde yine çöktü.

İşte tam bu sırada Allah onların üzerine deniz tarafından kırlangıçlar gibi kuşlar gönderdi. Her kuş, biri ağzında ikisi de ayaklarında olmak üzere nohut ve mercimek tanesi kadar üç adet taş getiriyor ve Ebrehe'nin ordusunun üstüne atıyorlardı. Bu taşlar kime isabet ederse onu helak ediyordu. Taşlar ordunun tümüne isabet etmemişti. Sağ kalanlar kaçışıyor ve geldikleri yoldan geri dönmek için o yolu arıyorlardı. Kendilerine Yemen'in yolunu göstermesi için Nüfeyl b. Habib'i soruyorlardı. 
Nüfeyl ise, Allah'ın onları cezalandırmasını görünce şöyle demişti: 
"Nereye kaçıyorsunuz? Allah kovalıyor, Ebrehe mağlup olmuş duruyor."

Ebrehe'nin ordusu yollara döküldü. Her tehlikeli yerde ve su başlarında helak oluyorlardı. Ebrehe de yaralıydı. Onu da beraberlerinde götürüyorlardı. Parmaklan dökülüyor onların yerlerinden kan ve irin akıyordu Onu San'aya götürdüklerinde yumurtadan çıkmış civcive dönmüştü. Sanıldığına göre Ebrehe göğsü yarılıp kalbi görülünceye kadar ölmedi.

Allahü teâlâ Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i peygamber olarak gönderince Kureyşlilere olan lütuf ve nimetlerini bildirdi ve bu nimetlerin içinde Kureyşlileri Fil sahibi Ebrehe'ye karşı koruduğunu, Şam ve Yemen'e, kış ve yaz yaptıkları ticari seferlerini muhafaza ettiğini bildirdi. 
Fil sûresi işte bu hadiseyi beyan etmektedir. (İbn-i Hişam, c.l, S.43-55, Mısır, Babü' l-Halebi baskısı)

Rahman ve Rahim olan Allah’ını ismiyle.
1-Ey Rasûlüm, rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?
2-Rabbin onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?

Ey Muharnmed, rabbinin, Yemen'den gelip Kabe'yi yıkmak isteyen fil sahibi Ebrehe ve ordusuna yaptığını kalb gözünle görmedin mi? Rabbin, o fil sahiplerinin, Kabeyi yıkma planlarını iptal edip boşa çıkarmadı mı?
3- 4-Rabbin onların üzerine, kızgın taşlar atan Ebabil kuşlarını gönderdi. Rabbin, onların üzerine, çamurdan yapılmış kızgın taşlar atan bölük bölük kuşlar gönderdi.

Allahü teâlâ, fil ashabını helak ederken üzerlerine gönderdiği kuşların "Ebabil" olduklarını zikretmiştir. 
Abdullah b. Mes'ud, "Ebabil"den maksadın "Bölük bölük" demek olduğunu, 
Abdullah b. Abbas ve Dehhak "Birbirini takip edenler" demek olduğunu, 
Mücahid "Bir araya toplanmış, birbirini takip eden, bölük bölük" demek olduğunu, 
Katade ve Hasan-ı Basri, "Çok" demek olduğunu, 
Abdurrahman b. Ebza ise "Ayrı ayrı olan kuşlar" demek olduğunu söylemişlerdir. 
Bu kuşların deniz tarafından geldiği rivâyet edilmektedir. Bunların renkleri ve şekilleri hakkında çeşitli Rivâyetler vardır:

Bazı müfessirlere göre bunlar, beyaz renkli kuşlardır. 
Ubeyd b. Umeyr'e göre bunlar, gagalarında ve pençelerinde taş taşıyan siyah renkli deniz kuşlarıdır.

Abdullah b. Abbas, İkrime ve Said b. Cübeyr'e göre ise bunlar yeşil renkli kuşlardır. 
Abdulah b. Abbas, bunların kuşlar gibi gagalan, köpekler gibi pençeleri bulunduğunu söylemiş 
İkrime de bunların, yırtıcı hayvanlar gibi başlan olduğunu söylemiş, 
Said b. Cübeyr ise onların renklerinin yeşil olmasına rağmen gagalarının sarı olduğunu ve vücutlarından farklı bir renkte olduğunu söylemiştir.

"Kızgın" diye tercüme edilen "Siccil" kelimesi, 
Abdullah b. Abbas ve İkrime'ye göre "Çamur" demektir. 
İkrime "Siccil" kelimesinin Farsça "Senk" ve "Kil" kelimelerinden alındığını, "Senk"in taş, "Kil"in de çamur manasına geldiğini, ikisinin bir arada "Çamurdan taş" manasına geldiğini söylemiştir. 
İbn-i Zeyd ise "Siccil" kelimesinin "Dünya seması" demek olduğunu söylemiştir. Buna göre âyetin manası, "Bölük bölük kuşlar, fil ashabına gökten taşlar atıyorlardı." şeklindedir. Taberi bu görüşün doğru olmadığını söylemiştir.
5-Nihâyet onları, yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı.

Sonunda Allah, fil ashabım, hayvanların yeyip dışkı haline getirdikleri ekin yaprakları gibi yaptı.

Allahü teâlâ bu âyette, cezalandırılan fil ashabının organlarının çözülüp kopmasını, hayvanlar tarafından yenilerek dışkılarında parça parça olan ekin yapraklarına benzetti.

"Ekin yaprağı" diye tercüme edilen "Asf" kelimesi, 
Mücahid tarafından "Buğday kapçığı" 
Katade tarafından "Saman" 
Dehhak tarafından "Ekin" 
İbn-i Zeyd tarafından "Ekin ve bakla gibi şeylerin yaprakları şeklinde izah edilmiştir.

Abdullah b. Abbas ise "Asf'in, "Buğday kepeği" manasına geldiğini, Habib b. Ebi Sabit de "Yiyecek" demek olduğunu zikretmişlerdir.


Share:
Read More

Kısa Namaz Sureleri


Fatiha Suresi


Fatiha Suresi Okunuşu

Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdulillâhi rabbil'alemin

Errahmânir'rahim

Mâliki yevmiddin

İyyâke na'budu Ve iyyâke neste'în

İhdinessirâtal mustakîm

Sirâtallezine en'amte aleyhim

Ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn


Fatiha Suresi Türkçe Anlamı

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

Hamd, Alemlerin Rabbi

Rahman, Rahim

Hesap ve ceza gününün maliki Allah'a mahsustur.

Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.

Bizi doğru yola,

Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanlarınkine ve sapkınlarınkine değil.



Fil Sûresi 


Fil Sûresi Okunuşu

Bismillahirrahmânirrahîm

Elem tera keyfe fe'ale rabbüke biashâbilfîl

Elem yec'al keydehüm fî tadlîl

Ve ersele aleyhim tayran ebâbîl

Termîhim bihicâratin min siccîl

Fece'alehüm ke'asfin me'kûl


Fil Sûresi Anlamı

Rahmân ve Rahîm olan Allahın ismi ile.
(Ey Resûlüm!). Rabbinin, fil sâhiblerine neler - etdiğini görmedin mi? 
O, bunların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı? 
O, bunların üzerine bölük bölük kuş(lar) gönderdi. Ki bunlar onlara (fil sâhiblerine) pişkin tuğladan (yapılmış) taş(lar) atıyordu. 
Derken (Allah) onları yenik ekin yaprağı gibi yapıverdi.
Onlara balçıktan pişirilmiş sert taşlar atıyorlardı. Derken onları, yenilmiş ekin yaprağı gibi kılıverdi.

Devam edecek..


Share:
Read More

Cennetin kapısını ilk açacak olan, benim





Nakledildiğine göre, Resûl-i Ekrem: 
«Cennetin kapısını ilk açacak olan, benim. Cennetin bekçileri bana:

 - Kimsin? diye sorarlar. 

Ben: - Muhammed'im derim. 

Onlar: - Zaten biz senden önce bu kapıyı kimseye açmamakla emrolunduk, derler. 

Ben Cennete girmeden hiçbir peygamber giremediği gibi, benim ümmetimden önce de hiçbir peygamberin ümmeti giremez», buyurmuştur. 

Cennete ilk önce Resûl-i Ekrem, sonra onun sağından diğer peygamberler, solundan veliler ve sırasıyla ümmetler girerler. 

Yine nakledildiğine göre, Resûl-i Ekrem: 

«Cennetin sekiz kapısı vardır. Yedisinden yoksul müminler ve yalnız birinden zenginler girerler. Cennetlikler Cennete girdikten sonra 
Allah Teala: 
- Rahman, Rahim, Hayy ve Kayyum olan Allah'dan size selam, ebedi olarak Cennete girin. Cennet sizin için güzel yer, burada huzur içinde yaşayın, buyurur ve sonra Resûl-i Ekrem' e hitaben: 

- Ya Muhammed, sen selam verir ve ardından va'd ve vaid eder, müjde verir ve korkuturdun. 
Ey Azrail; sen selam verir ve ardından binbir eziyetlerle canlarını alırdın. 

Ey Rıdvan, sen selam verdin ve hurileri takdim ettin ve ey melekler siz selam verdiniz ve amel defterlerini takdim ettiniz. Şimdi Ben selam veriyorum. Buna göre Ben de kullarıma cemalimi arzederim. Onlar Beni görmeyi haketmişlerdir. Ne zamana kadar Benden korkacak ve Bana iştiyak duyup ümid besleyeceklerdir. Artık her şey sona erdi ve kemalini buldu. 
Ey Rıdvan, kullarımı yedir, içir, buyurur. 

Melekler inci ve yakuttan siniler getirip, altın tabaklarda görmedikleri çeşitli yemekleri önlerine korlar. Ateş görmemiş yemeklerden yer içerler.

 Sonra Allah Teala: «- Merhaba ey Benim halis kullanın, artık size korku yok. Ey Rıdvan, bunlara yeni hil'atler getir», buyurur. 
Nurdan hil'atler giydirilir. Bunlar yetmiş türlüdür. Bunlar, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, hatır ve hayale gelmeyen renk ve değerdedirler. 

Allah Teala, «Ey Rıdvan, kullarıma hürmet eyle», buyurur. 

Sonra Arş'ın altından Müsire adında bir bulut gözükür ve bundan halis misk kokuları yağar. Ayrıca bir bulut daha çıkar, ondan da gülsuyu yağar. Sonra her erkeğe yetmiş huri ve yetmiş hizmetçi gılman verilir. Her biri aydan ve güneşten parlaktır. 

Sonra Allah Teala, Rıdvan'a: 

- Bu makam sıdk makamıdır. Kullarıma söyle, dünyada ne va'dettim ve ne isterlerse vereyim. 

Kullar: - Verilmedik bir şey kalmadı, ancak cemalini isteriz, derler. 

Sonra Allah Teala: 

- Ey Davud, minbere çık ve Zebur'u oku, diye emreder. 
Davud (aleyhisselam) Zebur'u okur. 
Sonra Allah Teala: 
- Ya Muhammed, nurdan yapılmış şu en yüksek minbere çık ve orada Kur'an-ı Kerim'i oku, diye emreder. 
Resûl-i Ekrem minbere çıkıp Rahman suresini okur. Resûl-i Ekrem okurken Cennet kuşları da nağmeleri ile ona iştirak ederler. 
Sonra Cebrail (aleyhisselam)'a Allah Teala:
- Bunları burada ebedi ve daimi kalmakla müjdele, buyurur, dedi».

ENVARÜ'L-AŞIKIN
sa:664-665-666
Share:
Read More

Nafile namazlar resimli anlatım

 Bildiğim nafile namazları pintereste göresllerini bulup yayınladım hazırlayanlardan Allah razı olsun.. 















Share:
Read More
, ,

MUHAMMED MUSTAFA (SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM>' iN GÖNDERiLMESi, Âl-i İmrân Sûresi 1 ila 4.ayetleri

Allah'a hamdederim. O Allah ki şanı yücedir. Bütün alemi insan için, insanı da kendisi için yaratmıştır. Ey ilahi sırları araştıran, bilmiş ol ki, Allah Teala peygamberlerin binasına onunla başladı ve onunla sona erdirdi. 
Bütün ahkâmı içinde topladığı Kur'an-ı Azim'i ona indirdi. Onun vasıflarını Kur'an'da açıkladığı gibi, Tevrat, İncil ve Zebur'da da açıkladı. Onu her yönü ile olgunlaştırdı. 

Livaü'l-Hamd ve Makam-ı Mahmud'u ona vermekle ins ile cinnin peygamberi, dünya ve ahiretin nuru oldu. Kaabe Kavseyn'in sırrına, yani manen iki ok miktarı Allah'a yaklaşmakla alemlerin sultanı oldu. 

Salat ve selam ona ve takva sahibi iyilerden olan onun al ve ashabına olsun ki, onlar haberleri tahkik eden ve haberleri doğru veren kimselerdir. Bundan sonra bilmiş ol ki Allah Teala, Resul-i Ekrem hakkında:

Âl-i İmrân Sûresi 1 ila 4.ayetleri
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

 الٓمٓۚ
Elif Lâm Mîm..

  اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ الْحَيُّ الْقَيُّومُۜ
Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. Diridir, kayyumdur
نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَاَنْزَلَ التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۙ

مِنْ قَبْلُ هُدًى لِلنَّاسِ وَاَنْزَلَ الْفُرْقَانَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍ
O, sana Kitab’ı hak ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, daha önce Tevrat’ı ve İncil’i insanlar için birer hidayet olarak indirmişti. Furkan’ı da indirdi. Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.
buyurmuştur.

Bir kudsi hadiste de şöyle buyurulmuştur:

«Eğer sen olmasaydın Ben eflaki yaratmazdım». 

Abdullah İbni Abbas (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre, 

Resul-i Ekrem: 

- Allah Teala'nın ilk yarattığı benim nurumdur, buyurdu. 

Diğer bir rivayette de: 

- İlk olarak benim aklımı yaratmıştır, buyurmuştur. 

Başka bir rivayette de: 

«Ben Allah'dan, mü'minler de bendendir», buyurmuştur. 

Buna benzer daha pek çok rivayetler vardır. 

Bütün varlıkların onun nurundan meydana geldiğini ve yaratıkların en üstünü olduğunu anlatmak üzere muhakkiklerin kutbu olan Hz. Ali diyor ki: 

- Allah Teala önce Resûl-i Ekrem'in nurunu yarattı. Sonra bu nurdan Arş'ı ve Kürsi'yi yarattı. Daha sonra Cennet ve Cehennem' i, yer ve gökleri var etti. Adem (aleyhisselam)' ı yaratmadan üç yüz yirmi dört bin yıl önce Resul-i Ekrem'in nurunu yarattı. Sonra on iki hicab yarattı ki onlar kudret, azamet, minnet, rahmet, saadet, keramet, menzilet, hidayet, nübüvvet, rif'at, heybet ve şefaat hicablarıdır. Resul-i Ekrem'in nuru on iki bin yıl kudret hicabı içinde, on bir bin yıl azamet hicabında, on bin yıl minnet hicabında, dokuz bin yıl rahmet hicabında, sekiz bin yıl saadet, yedi bin yıl keramet, altı bin yıl menzilet, beş bin yıl hidayet, dört bin yıl nübüvvet, üç bin yıl rif'at, iki bin yıl heybet ve bin yıl da şefaat hicabında bekledi. Sonra altı bin yıl Arş'da durdu. Sonra da sırasıyle Adem (aleyhisselam)'ın beline, oradan Şit (aleyhisselam)'a ve böylece ta Muttalib'in oğlu Abdullah'a kadar geldi ve nihayet Mekke-i Mükerreme'de dünyaya geldi.

ENVARü'L-AŞIKİN 286-287-288
Share:
Read More

Îmân, dil ile söylemek ve organlarla işlemektir. Îmân, artar ve eksilir. ayet ve hadisi şeriflerde..



1- Îmân Ve Peygamberin: “İslâm beş şey üzerine bina edilmiştir”... Kavli

Îmân, dil ile söylemek ve organlarla işlemektir. Îmân, artar ve eksilir. Yüce Allah şöyle buyurdu:

"O, mü'minlerin yüreklerine, îmânlarını kat kat artırmaları için sekîneti indirendir" (Feth: 48/4);

"Biz de onların hidâyetini artırmıştık" (Kehf: 18/13);

"Allah hidâyeti kabul edenlerin hidâyetini artırır" (Meryem: 19/76);

"Hidâyeti kabul edenler (e gelince), onların muvaffakıyetini artırmış, onlara takvalarını ilhâm etmiştir" (Muhammed: 47/17);

"Îmân edenlerin de îmânları artsın” (Muddessir: 74/31);

Ve Allah'ın şu kavli:

"Bir sûre indirildiği zaman içlerinden kimi: Bu sûre hanginizin îmânını artırdı, der. Îmân etmiş olanlara gelince (her inen sûre) dâima onların îmânını artırmıştır ve onlar birbirleriyle müjdeleşirler." (Tevbe: 9/124);

Ve zikri celîl olan Allah'ın şu kavli:

"Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: (Düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu hazırladılar, o hâlde onlardan korkun, dedi de, bu (söz) onların îmânını artırdı ve: Allah bize yeter, o ne güzel vekildir, dediler" (Âli İmrân: 9/173).

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Mü'minler düşman ordularını görünce: İşte bu Allah'ın ve Rasûlü'nün bize va'd ettiği şeydir. Allah ve Rasûlü doğru söylemiştir, dediler. (Bu) onların îmânlarını ve teslimiyetlerini artırmaktan başka bir şey yapmadı" (Ahzâb: 33/22).

Allah için (yâni Allah'a tâat sebebiyle) sevmek ve Allah için sevmemek îmândandır.

Omer ibn Abdilazîz (101), Adiyy ibn Adiyy (123)'e şöyle yazdı: Muhakkak ki îmânın bir takım farizaları, akideleri, men' edilmiş şeyleri ve mendûbları vardır. Kim bunları tam yaparsa îmânı tamamlamış olur. Kim de bu işleri tam yapmazsa îmânı kemâle erdirmemiş olur. Eğer ben yaşarsam, bu işleri bilmeniz için ben onları size iyice beyân edip açıklayacağım. Ve şayet ölürsem, ben sizlere hem-dem ve yâr olmaya hırslı değilim.

İbrâhîm aleyhi's-selâm da: “Ey Rabb'im, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, dedi; Allah: inanmadın mı yoksa dedi; O da: İnandım, fakat (gözümle de görerek) kalbimin yatışması için." (Bakara: 2/260) demişti.

Muâz ibn Cebel (18), bir zâta: Bizimle otur da (dîn işlerini müzâkere ederek) bir sâat îmânı artıralım, dedi.

İbn Mes'ûd (32): Yakîn, îmânın tamâmıdır, dedi.

İbn Omer (73): Kul, gönlündeki şübhe veren şeyleri tamâmiyle terk etmedikçe takvanın hakîkatine ulaşmaz, dedi.

Mucâhid ibn Cebr (101), "Dînden Nuh'a tavsiye ettiğini sizin için de bir şeriat yaptı" (Şûrâ: 42/13) âyetini: Ey Muhammed, sana da Nuh'a da bir tek din tavsiye ettik, demektir diye tefsîr etti.

İbn Abbas, "Sizden her biriniz için bir şeriat, bir yol ta'yîn ettik" (Mâide: 5/48) âyetindeki "şır'a ve minhâc"ı, geniş yol ve sünnet diye tefsîr etti. 
Yine İbn Abbâs, "Duanız olmasaydı Rabb'im size değer verir miydi de" (Furkan: 25/77) kelâmı sebebiyle, duânız îmânınız demektir, diye tefsîr etti. 
Duânın lügatteki ma'nâsı îmândır.

Sahîh-î Buhârî (Kitâbu'l-Îmân)
Share:
Read More

Kur'an'ı Kerim sureleri resimli anlatım

 Resimlerin üzerini tıklarsanız gerçek boyutta okuyabilirsiniz..



















































































































Resimler pinterestten alıntıdır. Emeklerine sağlık hazırlayandan Allah razı olsun..

Share:
Read More