FİL SÛRESİ Arapça yazılışı meâli ,TABERÎ TEFSİRİ

 



بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla



اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ
Rabbinin, fillerle Kâbe’ye saldıran o orduya ne yaptığını görmedin mi?



اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ ف۪ي تَضْل۪يلٍۙ
Onların hâince planlarını boşa çıkarmadı mı?


وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا اَبَاب۪يلَۙ
Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi.


تَرْم۪يهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّ۪يلٍۖۙ
Bu kuşlar onlara pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyorlardı.


فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ
Neticede Rabbin onları yenilmiş, çerçöp hâline gelmiş ekin yaprağına çevirdi.





FİL SÛRESİ - TABERÎ TEFSİRİ



Fil sûresi beş âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke fethinden sonra insanlara hitaben yaptığı ve Fil hadisesini de beyan eden bir konuşmasında şöyle buyurmuştur:

"Huzaa kabilesi, cahiliye döneminde kendilerinden bir kişinin öldürülmesine karşılık olarak Mekke'nin fethedildiği yılda Leys oğullarından bir kişi öldürmüşler bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbe irad ederek şöyle buyurmuştur:
 "Şüphesiz ki Allah, Mekke'yi Fil ordusuna karşı korumuştur. Allah, Mekkelilere peygamberini ve mü’minleri musallat kılmıştır. Dikkat edin, Mekke benden önce hiçbir kimseye helal kılınmamış benden sonra da kimseye helal klınmayacaktır Dikkat edin, Mekke bana ancak bir günün bir anı için helal kılınmıştır. Dikkat edin şimdi o bu saatte haram bölgedir. Dikeni sökülmez, ağacı kesilmez. Yitkileri, görevli dellallar dışında kimse tarafından alınmaz. Kimin bir akrabası öldürülecek olursa o kimse iki şeyden birini seçmekte serbesttir. Ölen için ya diyet verilir veya öldürene kısas tatbik edilir." 
Buhari, K. ed-Diyat, bab: 8, K. el-İlm, bab: 39

FİL HADİSESİ: Fil hadisesi İslamdan önce cereyan eden ve Kabeyi yıkmak için yola çıkan bir ordunun başına gelen olağanüstü bir hadisedir.

Tercih edilen görüşe göre Peygamber efendimiz, Fil hadisesinin meydana geldiği yılda doğmuştur. Bu olay peygamberlik öncesi, Peyamberler vasıtasıyla görülen tabiatüstü olaylardandır. Bunlara "İrhasat" denir.

İbn-i İshak'ın ve İbn-i Hişam'ın naklettiklerine göre fil hadisesi özetle şöyle cereyan etmiştir: Habeşistan'ın Yemen'de bulunan genel valisi Ebrehe, Yemen'in San' şehrinde "Kulleys" isminde bir kilise yaptırmıştı. Ebrehe'nin yaptırmış olduğu bu kilise o zamanda misli bulunmayan bir kiliseydi. Ebrehe bu kiliseyi yaptırdıktan sonra Habeşistan kralı Necaşi'ye şu mektubu yazmıştı.

"Ey kral, ben öyle bir kilise yaptırdım ki senden önce hiçbir kral için böyle bir kilise yaptırılmamıştır. Bu kiliseyi tamamlayınca hemen Arap hacılarını buraya çevireceğim."

Araplar, Ebrehe'nin Necaşi'ye yazdığı bu mektubu duyunca aralarında bu meseleyi konuşmaya başladılar. Bu sırada Fukeym b. Adiy oğullarından bir adam bu olaya kızdı. Bu adamın kabilesi haram ayların yerlerini değiştiren kabile idi. 
Bu kişi, Kulleys kilisesine vardı ve onun içine girerek oraya pisledi. Sonra çıkıp memleketine gitti. Durum Ebrehe'ye bildirildi. 
Ebrehe "Acaba bunu kim yaptı?" dedi. 
Ona şöyle dediler: "Bu işi, senin Arap hacılarını buraya çevireceğine dair sözünü duyan bir Arap yaptı. Bu Arap, Mekke'deki Arapların hac yaptığı Kabe'nin mensuplarındandir. Bu kişi senin sözlerine kızdı, gelip onun içine pisledi. O, bu davranışıyla Kulleys kilisesinin haccedilmeye layık olmadığını göstermek istedi."

Bunun üzerine Ebrehe hiddetlendi ve Kabe'nin üzerine yürüyüp orayı yıkacağına dair yemin etti. Habeş asıllı olan ordusunun hazırlanmasını emretti. Sonra filiyle birlikte ordusunu Kabe'ye doğru hareket ettirdi. Araplar bunu işitince büyük bir hadise olarak değerlendirdiler. Durumun vehametinden korktular. Ebrehe'nin, Allah'ın mukaddes evi olan Kabeyi yıkmak istediğini duyunca ona karşı savaşmayı bir görev saydılar. Yemen eşrafından ve krallarından biri olan Zünefir, Ebrehe'ye karşı harekete geçti. Kendi kavmini ve diğer Arapları, Allah'ın kutsal evini yıkmak isteyen Ebrehe'ye karşı savaşmaya davet etti. Davetine katılanlarla birlikte Ebrehe'ye karşı savaştı. Fakat mağlup oldu. Esir edilerek Ebrehe'ye götürüldü. 
Ebrehe onu öldürmek isteyince Zûnefir ona:
"Ey kral beni öldürme, belki de benim sağ kalmam senin için daha hayırlı olur." dedi. Bunun üzerine Ebrehe onu öldürmekten vazgeçip elini kolunu bağlayarak esir etti. Aslında Ebrehe yumuşak huylu birisiydi. Bu sebeple onu öldürmedi. Ebrehe kararından vazgeçmeyerek yoluna devam etti. Has'am kabilesinin topraklarına varınca Nüfeyl b. Habib, Has'am kabilesinin Şehran ve Nahis kollarıyla ve kendisine tabi olan diğer Araplarla birlikte Ebrehe'ye karşı çıktı ve onunla savaştı. Ebrehe onu da mağlup etti ve esir edildi. Ebrehe'nin huzuruna getirildi. Ebrehe onu öldürmek istedi. 
Nüfeyl ona: "Ey kral beni öldürme. Ben, Arap topraklarında sana rehberlik ederim. İki elim ve kolum mesabesinde olan Şehran ve Nahis kabileleri seni dinleyip itaat ederek Has'am kabilesine karşı yardımcın olurlar." dedi. 
Bunun üzerine Ebrehe onu da serbest bıraktı ve onu rehber olarak beraberinde götürdü. Taife varınca kendisine Mes'ud b. Muatıb geldi ve Sakiyf'liler Ebrehe'ye şunu söylediler: 

"Ey kral, biz seni dinleyen ve sana itaat eden kölelerininiz. Bizim seninle hiçbir anlaşmazlığımız yoktur. Zira sen bizim kutsal evimiz olan "Lafın bulunduğu yere bir şey yapmak istemiyorsun. Sen mekke'deki evi (Kabe'yi) yıkmak istiyorsun. Biz seninle birlikte sana orayı gösterecek bir delil gönderelim." 

Ebrehe bunun üzerine onlara da dokunmadı. Ta-ifte yaşayan Sakiyf oğulları Ebrehe'ye Mekke yolunda rehberlik etmesi için Ebû Riğal'i verdiler. Ebrehe, Ebû Riğal ile birlikte yoluna devam edip "Muğanvmis" denen yere varıp konakladı. Ebû Riğal orada öldü. Araplar onun kabrini , taşladılar. Bugün insanların orada taşladıkları kabir onun kabridir.

Ebrehe, Muğammis'te konakladıktan sonra Habeşlilerden, süvarilerin komutanı olan Esved b. Masdu'u önden gönderdi. Esved Mekke'ye varınca tihamede bulunan Kureyşlilere ve diğerlerine ait hayvanları toplayıp Ebrehe'ye götürdü. Bu hayvanların içinde Abdülmuttalib'in iki yüz devesi de vardı. Abdülmuttalib, Kureyşin efendisi ve büyüğü idi. Kureyşliler, Kinane oğulları, Hüseyl kabilesi ve Harem bölgesinde yaşayan diğer Araplar, Ebrehe'ye karşı savaşmak istedilerse de ona karşı güçlerinin yetmeyeceğini anlayarak savaşmaktan vazgeçtiler. Ebrehe daha sonra Hunata el- Himyerî'yi Mekkeye gönderdi ve ona 

"Sen bu beldenin ileri gelenlerinin ve efendisinin kim olduğunu sor ve ona de ki "Kral sana diyor ki:

"Ben sizinle savaşmak için gelmedim. Ben sadece Kabeyi yıkmak için geldim. Eğer Kabeyi yıktığım için bana karşı savaşmayacak olursanız benim sizin kanınınzı dökmeye ihtiyacım yoktuk. Eğer bu beldenin efendisi benimle savaşmak istemiyorsa onu al bana getir." 

Hunata Mekke'ye varınca Kureyşin efendisinin kim olduğunu sordu. Onun, Abdülmuttalib olduğunu söylediler. Hunata gelip ona, Ebrehe'nin emirlerini söyledi. Abdülmuttalib de ona: 

"Vallahi biz onunla savaşmak istemiyoruz. Bizim buna gücümüz yetmez. Bu, Allah'ın kutsal evi ve dostu İbrahim (aleyhisselam)ın yaptğı binadır. Eğer Allah, Ebrehe'nin buraya girmesine engel olacaksa o onun evi ve kutsal kıldığı yerdir. Şâyet Ebrehe'nin buraya girmesini serbest bırakacak olursa vallahi bizim ona karşı koyacak gücümüz yoktur.." dedi. 
Hunata: "Haydi birlikte gidelim. Zira kral bana, seni kendisine götürmemi emretti." dedi Abdülmutalib, yanında oğullarından bazıları da olduğu halde Hunata ile birlite gittiler. Ordugaha varınca Abdülmuttalib, eski dostu olan Zûnefr'i sordu. Onun tutuklu olduğu yere gitti ve ona:

"Ey Zûnef, başımıza gelen bu hadiseye karşı sende bir çare var mı?" dedi. . 

Zûnefr, "Kralın eline esir düşen, sabah akşam öldürülmeyi bekleyen bir esirin elinde ne çare bulunur? Senin başına gelen bu duruma karşı bizde hiçbir çare yoktur. Ancak fil'in seyisi olan Üneys benim dostumdur. Ben ona haber göndererek seni tavsiye edeceğim ve senin büyük bir insan olduğunu ona bildireceğim. Ben ondan, kralla görüşmen için sana izin almasını isteyeceğim. Böylece sen, kralla bildiğin gibi konuşursun. Üneys, gücü yeterse kralın yanında sana yardımcı olur." dedi. 

Abdülmuttalib, "Bu benim için yeterlidir." dedi.

Zûnefr, Ünesy'i çağırtarak ona şunları söyledi: 

"Abdülmuttalib, Kureyşin efendisi ve Mekke kervanının sahibidir. Ovalarda insanları dağlarda vahşi hayvanları doyuran biridir. Kral onun iki yüz devesine el koymuş, kendisiyle görüşmesi için izin iste ve gücünün yettiği kadar ona faydalı olmaya çalış." dedi. 

Üneys de: "Peki" dedi. 

Ebrehe'ye vardı ve ona: "Ey Kral, Kureyşin efendisi senin kapında görüşmek için izin istiyor. O, Mekke kervanının sahibidir. Ovalarda insanları dağlarda hayvanları doyuran bir insandır Sen ona izin ver de yanına girsin ve isteğini arzetsin. Ona lütfen iyi davran." dedi. 

Ebrehe izin verdi. Abdülmuttalib, iri yapılı, geniş yüzlü ve yakışıklı biriydi. Ebrehe onu görünce saygı gösterdi. Onu, tahtının önünde oturtmak istemedi. Fakat onun, kendi yerine oturmasını Habeşlilerin görmesini de istemedi. Bu sebeple tahtından inip halının üzerine oturdu. Abdülmuttaüb'i de yanına oturttu. Sonra tercümanına dedi ki: "Sor bakalım ne istiyor?" 

Tercüman sordu: Abdülmuttalib: 

"Benim isteğim, kralın el koyduğu iki yüz deveyi bana vermesidir," dedi. 

Tercüman bunu anlatınca Ebrehe tercümana: "Ona de ki: "Seni gördüğümde çok beğenmiştim fakat konuşunca gözümden düştün. Sen, elime geçen iki yüz deve hakkını da benimle konuşuyor da senin ve atalarının dininin timsali olan Kabe'yi yıkmak isterken benimle o hususta konuşmuyorsun." 

Abdülmuttalib ona: "Ben develerin sahibiyim. Kabenin de sahibi vardır, o da onu koruyacaktır." dedi. 

Ebrehe: "O, Kabeyi bana vermekten imtina etmemelidir." dedi. 

Abdülmuttalib de: "İşte sen ve o." diye cevap verdi.

Abdülmuttalib ve beraberindekiler Ebrehe'nin yanından ayrıklılar. Abdülmuttalib, Kureyşlilere gidip durumu bildirdi ve onlara, ordunun saldırısından korkarak Mekke'yi terketmelerini, dağların başlarına ve vadilere çekilmelerini emretti. 

Sonra Kabenin kapısının halkasından tutarak bir kısım Kureyşlilerle birlikte Allah’a dua etti. Ondan, Ebrehe ve ordusuna karşı kendilerine yardım etmesini diledi. Sonra Kabe'nin kapısının halkasını bırakıp Kureyşlilerle birlikte dağların başlarına çekilip oralara yerleştiler. 

Ebrehe'nin Mekke'ye girdiğinde ne yapacağına bakıyorlardı. Bir sabah Ebrehe Mekke'ye girmek için hazırlandı. Filini ve ordusunu teçhiz etti. Filin ismi "Mahmud" idi. Ebrehe Kabe'yi yıktıktan sonra Yemen'e dönmek niyetinde idi. Fili Mekke'ye doğru yöneltince Has'am kabilesinden olan Nüfeyl b. Habib filin kulağından tutup şunları söyledi:
"Ey Muhmud, çok veya aklını başına alarak geldiğin yere dön. Zira sen Allah'ın haram kıldığı bir beldedesin." dedi. Sonra kulağını bıraktı. 
Fil oraya çöktü. Nüfeyl ise hemen kaçıp dağa sığındı. Kalkması için filin başına balta ile vurdular. Fil yine diretti. Sopalarla dürtüp karnını kanattılar. Yine diretti. Başını Yemen'e doğru çevirince hemen kalkıp koştu. Şam'a ve doğuya doğru çevirince de aynı şeyi yaptı. Fakat onu Mekke'ye doğru çevirdiklerinde yine çöktü.

İşte tam bu sırada Allah onların üzerine deniz tarafından kırlangıçlar gibi kuşlar gönderdi. Her kuş, biri ağzında ikisi de ayaklarında olmak üzere nohut ve mercimek tanesi kadar üç adet taş getiriyor ve Ebrehe'nin ordusunun üstüne atıyorlardı. Bu taşlar kime isabet ederse onu helak ediyordu. Taşlar ordunun tümüne isabet etmemişti. Sağ kalanlar kaçışıyor ve geldikleri yoldan geri dönmek için o yolu arıyorlardı. Kendilerine Yemen'in yolunu göstermesi için Nüfeyl b. Habib'i soruyorlardı. 
Nüfeyl ise, Allah'ın onları cezalandırmasını görünce şöyle demişti: 
"Nereye kaçıyorsunuz? Allah kovalıyor, Ebrehe mağlup olmuş duruyor."

Ebrehe'nin ordusu yollara döküldü. Her tehlikeli yerde ve su başlarında helak oluyorlardı. Ebrehe de yaralıydı. Onu da beraberlerinde götürüyorlardı. Parmaklan dökülüyor onların yerlerinden kan ve irin akıyordu Onu San'aya götürdüklerinde yumurtadan çıkmış civcive dönmüştü. Sanıldığına göre Ebrehe göğsü yarılıp kalbi görülünceye kadar ölmedi.

Allahü teâlâ Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i peygamber olarak gönderince Kureyşlilere olan lütuf ve nimetlerini bildirdi ve bu nimetlerin içinde Kureyşlileri Fil sahibi Ebrehe'ye karşı koruduğunu, Şam ve Yemen'e, kış ve yaz yaptıkları ticari seferlerini muhafaza ettiğini bildirdi. 
Fil sûresi işte bu hadiseyi beyan etmektedir. (İbn-i Hişam, c.l, S.43-55, Mısır, Babü' l-Halebi baskısı)

Rahman ve Rahim olan Allah’ını ismiyle.
1-Ey Rasûlüm, rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?
2-Rabbin onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?

Ey Muharnmed, rabbinin, Yemen'den gelip Kabe'yi yıkmak isteyen fil sahibi Ebrehe ve ordusuna yaptığını kalb gözünle görmedin mi? Rabbin, o fil sahiplerinin, Kabeyi yıkma planlarını iptal edip boşa çıkarmadı mı?
3- 4-Rabbin onların üzerine, kızgın taşlar atan Ebabil kuşlarını gönderdi. Rabbin, onların üzerine, çamurdan yapılmış kızgın taşlar atan bölük bölük kuşlar gönderdi.

Allahü teâlâ, fil ashabını helak ederken üzerlerine gönderdiği kuşların "Ebabil" olduklarını zikretmiştir. 
Abdullah b. Mes'ud, "Ebabil"den maksadın "Bölük bölük" demek olduğunu, 
Abdullah b. Abbas ve Dehhak "Birbirini takip edenler" demek olduğunu, 
Mücahid "Bir araya toplanmış, birbirini takip eden, bölük bölük" demek olduğunu, 
Katade ve Hasan-ı Basri, "Çok" demek olduğunu, 
Abdurrahman b. Ebza ise "Ayrı ayrı olan kuşlar" demek olduğunu söylemişlerdir. 
Bu kuşların deniz tarafından geldiği rivâyet edilmektedir. Bunların renkleri ve şekilleri hakkında çeşitli Rivâyetler vardır:

Bazı müfessirlere göre bunlar, beyaz renkli kuşlardır. 
Ubeyd b. Umeyr'e göre bunlar, gagalarında ve pençelerinde taş taşıyan siyah renkli deniz kuşlarıdır.

Abdullah b. Abbas, İkrime ve Said b. Cübeyr'e göre ise bunlar yeşil renkli kuşlardır. 
Abdulah b. Abbas, bunların kuşlar gibi gagalan, köpekler gibi pençeleri bulunduğunu söylemiş 
İkrime de bunların, yırtıcı hayvanlar gibi başlan olduğunu söylemiş, 
Said b. Cübeyr ise onların renklerinin yeşil olmasına rağmen gagalarının sarı olduğunu ve vücutlarından farklı bir renkte olduğunu söylemiştir.

"Kızgın" diye tercüme edilen "Siccil" kelimesi, 
Abdullah b. Abbas ve İkrime'ye göre "Çamur" demektir. 
İkrime "Siccil" kelimesinin Farsça "Senk" ve "Kil" kelimelerinden alındığını, "Senk"in taş, "Kil"in de çamur manasına geldiğini, ikisinin bir arada "Çamurdan taş" manasına geldiğini söylemiştir. 
İbn-i Zeyd ise "Siccil" kelimesinin "Dünya seması" demek olduğunu söylemiştir. Buna göre âyetin manası, "Bölük bölük kuşlar, fil ashabına gökten taşlar atıyorlardı." şeklindedir. Taberi bu görüşün doğru olmadığını söylemiştir.
5-Nihâyet onları, yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı.

Sonunda Allah, fil ashabım, hayvanların yeyip dışkı haline getirdikleri ekin yaprakları gibi yaptı.

Allahü teâlâ bu âyette, cezalandırılan fil ashabının organlarının çözülüp kopmasını, hayvanlar tarafından yenilerek dışkılarında parça parça olan ekin yapraklarına benzetti.

"Ekin yaprağı" diye tercüme edilen "Asf" kelimesi, 
Mücahid tarafından "Buğday kapçığı" 
Katade tarafından "Saman" 
Dehhak tarafından "Ekin" 
İbn-i Zeyd tarafından "Ekin ve bakla gibi şeylerin yaprakları şeklinde izah edilmiştir.

Abdullah b. Abbas ise "Asf'in, "Buğday kepeği" manasına geldiğini, Habib b. Ebi Sabit de "Yiyecek" demek olduğunu zikretmişlerdir.


Share:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder