4 Aralık 2021 Cumartesi

Tefsir Dersi 1. KUR'AN ve HADİSİ ŞERİFLERDE İHLAS VE RİYA NEDİR? MÂ'ÛN SÛRESİ ve İLGİLİ AYETLER, SAFVETÜ'T-TEFASiR

Özenerek araştırıp yazdım umarım faydalı olurum !

KUR'AN ve HADİSİ ŞERİFLERDE İHLAS NEDİR?


İhlas: Kelime anlamı “arınmak, saflaşmak, kurtulmak” mânasındaki hulûs/halâs kökünden türetilmiş olup “bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak” anlamına gelir.

Mesela altın, madenden çıktıktan sonra eritilir. İçindeki diğer madenler atılır, halis altın elde edilir.

İnsanında yaptığı ameli riyadan gösterişten, benlikten, ucuptan, kibirden arındırıp sadece Allah için yapmasına ihlas denir.


ALLÂH-U TEÂLÂ KEHF SURESİ 18/110 AYET-İ KERİMEDE

قُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَدًا

Kul innemâ enâ beşerun miślukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid(un)(s) femen kâne yercû likâe rabbihi felya’mel ‘amelen sâlihan velâ yuşrik bi’ibâdeti rabbihi ehadâ(n)

Meali: Her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, ahirete mahşere mizana inanıyorsa iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.

 (sizin gibi)مِثْلُكُمْ(bir insanım)بَشَرٌ (bende) اَنَا۬  (şüphesiz) اِنَّمَٓا (de ki) قُلْ
     (ilahdır)اِلٰهٌ(ilahınız)اِلٰهُكُمْ (şüphesiz) اَنَّمَٓا(bana)  اِلَيَّ(vahyolunuyor)يُوحٰٓى
  (kavuşmayı) لِقَٓاءَ (arzu eder)  يَرْجُوا (ise)كَانَ (o halde kim)فَمَنْ (bir tek)وَاحِدٌۚ
   (ve asla)وَلَا  (iyi)صَالِحًا(işler)عَمَلً(yapsın)  فَلْيَعْمَلْ(Rabbine)رَبِّه۪
   (hiç kimseyi)اَحَدًا (Rabbine) رَبِّه۪ٓ(yaptığı ibadete)بِعِبَادَةِ(ortak etmesin)  يُشْرِكْ



عَمَلًا صَالِحًا anlamı: şeriata muvafık amel etmektir. Her erkek ve kadın Müslüman, fıkhı olarak 32 ve 22 farzı da itikatta küfre düşmemek için bilmek zorunda, yani 54 farz ile hem itikadını, hem de amellerini kabul edilmemekten korumak zorundadır.

Müşrikler, Allah'la beraber şirk koştukları için ayette وَلَا يُشْرِكْ buyuruluyor, yani ibadetlerinizi arındırın Allahu Teâlâ, kendi Zatı için halis olmayan ameli, ibadeti kabul buyurmaz. Ahirette ise, o amel sahibinin bir alacağı yoktur. Yeri ise cehennemdir.

Yine bir kimse, yaptığı amelle, Yüce Allah’ın (cc) rızası dışında bir şey dilerse, onun amelinin karşılığı, yorgunluk ve sıkıntı çekmekten başka bir şey değildir.
فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَدًا ayetin anlamı: İlmihal bilgileri doğrultusunda şartları yerine getirerek yani şeriata muvafık amel ederse, bu ameller ondan kabul edilir.

SAFVETÜ'T-TEFASiR ve NÜZUL SEBEBİ

Mücahid der ki: Bir adam Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü! Ben sadaka verir, akrabayı ziyaret ederim. Bunu sadece Allah için yaparım. Benim böyle yaptığım anlatılıp, ben bunlardan dolayı övülünce, bu beni sevindiriyor ve bundan h , oşlanıyorum. Rasulullah (s.a.v.) sustu, hiçbir şey söylemedi. Daha sonra Yüce Allah:
فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَدًا Artık, kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, amel-i salih işlesin ve Rabbine ibadete hiç kimseyi ortak etmesin" ayetini indirdi.

ÂYETİN TEFSİRİ

قُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ

Ey Muhammed! Onlara de ki: Ben ancak sizin gibi bir insanım. Ancak şu var ki, Allah bana vahiyle ikramda bulundu. Bana, kendisinin tek olduğunu, hiçbir ortağının bulunmadığını bildirmemi emretti.
فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ Artık kim Allah'ın sevabını umar, azabından korkarsa,
فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا samimiyetle, sadece O'na kulluk etsin.
وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَدًاGösteriş için amel etmesin, yaptığı amelle Allah'ın rızasından başkasını aramasın. Çünkü Allah, sadece kendi rızası için yapılan ameli kabul eder.

BİR NÜKTE
حبط  Lafzı, Kur'an' da çok yerde geçer. حبوط kelimesinin asıl manası, hayvanın, bir çeşit zehirli ot yediği zaman karnının şişerek neticede ölmesidir. Boşa giden amelleri nitelemek için kullanılan en uygun lafız budur. Zira bu ameller iyice büyür, ameli işleyenler de zannederler ki bu yaptıkları iyi ve kazançlı bir iştir: Neticede bunlar, yok olup gider.


ALLÂH-U TEÂLÂ TEKÂSUR SURESİ 102/8.AYET-İ KERİMEDE 

Mutlaka hesaba çekeceği uyarısında bulunuyor.

ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّع۪يمِ
Śumme letus-elunne yevme-iżin ‘ani-nna’îm(i)
Meali: Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz?

ثُمَّ (sonra) لَتُسْـَٔلُنَّ (sorulacaksınız) يَوْمَئِذٍ (o gün) عَنِ(den) النَّع۪يمِ (ni'metlerden)

SAFVETÜ'T-TEFASiR 
Tekasür suresi Mekke'de inmiştir. Bu sı1re insanların hayatın aldatıcı şeyleri ile meşgul olduklarından ve dünya malını biriktirmeye olan düşkünlüklerinden bahseder. İnsanların bu özellikleri, ölüm kendilerine ansızın gelip mallan ile aralarını ayırıncaya ve onları köşklerden kabirlere nakledinceye kadar devam eder. 
Şair şöyle der: "Ölüm ansızın gelir. Kabir, amellerin konduğu sandıktır." 
Bu mübarek surede, insanları korkutmak ve baki olanı bırakıp fani olanla meşgul olmalarından dolayı hata ettiklerine dikkatlerini çekmek için, uyan ve tehdit tekrarlanmıştır: "Hayır, yakında bileceksiniz. Yine hayır! Yakında bileceksiniz" Bu mübarek sure, ahirette insanların karşılaşacakları ve ancak iyi amel yapmış olan mü'minlerin geçip kurtulacağı tehlikeli ve korkunç yer ve durumları açıklayarak sona erer.

AYETİN TEFSİRİ
ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّع۪يمِ Sonra ahirette emniyet, sağlık ve yeme, içme, binme ve yatma gibi zevk alınan diğer dünya nimetlerinden mutlak sorumlu olacaksınız.

Ve sadece O'nun rızası için amel edin. Başkası için yapılan amel etmek şirktir. Şirk, yaptığın amele Allah'tan başkasını karıştırman demektir.

Kıyamet günü ibadetini kim için yaptıysa sevabını ondan beklesin. Kureyşlilere müşrik deniliyordu, bir olan Allah'a inanmakla beraber ibadetlerine Latt, Uzza, Menat'ı katıyorlardı. Onun için onlara müşrik deniliyordu. Kafir değiller, çünkü Allah'ı inkâr etmiyorlardı.

EDEBi SANATLAR 

Bu mübarek sûre birçok edebi sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:

1.اَلْهٰيكُمُ التَّكَاثُرُۙ:Ayetinde öğüt ve kınama üslubu vardır. Bu haber cümlesi, hakiki manasından çıkıp, öğüt ve kınama maksadıyle söylenmiştir.


2.ثُمَّ كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَۜ ve 
كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ Ayetlerinin tekrar edilmesi tehdit ve uyarı içindir. İkinci ayetin birinci ayete ثُمَّ ile atfedilmesi, ikincisinin birinciden daha vurgulu olduğuna dikkat çekmek içindir. Nitekim efendi kölesine şöyle der: "Sana söylüyorum. Bak sana söylüyorum, böyle yapma!" İkincisi birinciden daha vurgulu olduğu için, ayrı bir şeymiş gibi kabul edildi ve ثُمَّ ile ona atfedildi.

3.لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَق۪ينِۜ Ayetinde, korkutma gayesiyle, لَوْ in cevabı zikredilmemiştir. Yani, kesin olarak bilseydiniz, saçları ağartan ve kalpleri titreten sıkıntı ve dehşet verici o halleri mutlaka anlardınız.

4.لترون
den sonraثُمَّ لَتَرَوُنَّهَاbuyurularak fiil tekrarlanmış ve itnab( Sözü bahsedilen şeyi daha iyi anlatabilmek için uzatma)yapılmıştır. Bundan maksat, korkunun şiddetini anlatmaktır.

5.حَتّٰى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَۜ Ayetinde kinaye vardır. Yüce Allah, "Kabirleri ziyaret" ifadesiyle "ölüm" den kinaye yapmıştır. Bundan maksat, "Neticede öldünüz" demektir.

6.النَّع۪يمِile الْجَح۪يمَۙarasında mutabakat vardır. 

7. Ayet sonlarına riayet için, fasıla harfleri birbirine uygun gelmiştir. Bu da güzelleştirici edebi sanatlardandır.


 BİR UYARI 

Tirmizi, Abdullah b. Şuhayyir'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasulullah (s.a.v.)اَلْهٰيكُمُ التَّكَاثُرُۙ ayetini okurken yanına vardım. Buyurdu ki: «Ademoğlu "Malım! Malım!" der. Peki Ey Ademoğlu! Senin, yiyip tükettiğinden, veya giyip eskittiğinden veya sadaka verip de devam ettirdiğinden başka bir malın mı var?» [Müslim, Zühd, 3; Tirmizi, Zühd, 31, Tefsir-i sure 102,1]

BİR NÜKTE
Müslim, Ebû Hüreyre'nin (r.a.) şöyle dediğini rivayet eder: 
"Bir gün veya bir gece Rasulullah (s.a.v.) evinden çıktı. Çıkar çıkmaz Ebû Bekir ile Ömer (r.anhuma)'i gördü ve onlara: "Bu saatte sizi evinizden çıkaran şey nedir?" dedi. Onlar: "Açlık!Ey Allah'ın Rasulü!" dediler. 
Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: 
"Canım kudret elinde olan Allah' a yemin ederim ki, beni de sizi çıkaran sebep çıkardı. Haydi kalkın" dedi. Beraberce kalktılar. Rasulullah (s.a.v.), Ensar'dan bir adama geldi. Baktı ki, adam evinde yok. Evin kadını onu görünce, 
"Merhaba! Hoş geldin" dedi. Rasulullah (s.a.v.) ona: "Filanca nerde!" diye sordu. 
Kadın: "Bize tatlı su getirmeye gitti" dedi. O anda Ensari geldi. Rasulullah (s.a.v.) ile iki arkadaşına bakarak: "Allah'a hamdolsun! Bu gün benden misafirleri daha şerefli olan hiçkimse yoktur" dedi.
Hemen giderek onlara bir hurma salkımı getirdi. İçinde koruk, kuru ve olgun hurmalar vardı.
"Buyrun, yiyin" dedi ve bıçağı aldı. 
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) ona: "Sakın sağmal koyuna dokunma" buyurdu. Adam onlar için bir koyun kesti. Hem koyundan, hem de hurma salkımından yediler, içtiler, yemeğe doyup suya kandıklarında, Rasulullah (s.a.v.) Ebu Bekir ile Ömer (r.anhuma)'e şöyle dedi:
"Canım, kudret elinde olan Allah' a yemin olsun ki, kıyamet gününde bu nimetten sorulacaksınız! Sizi evlerinizden açlık çıkardı. Sonra bu nimete kavuşmadan evlerinize dönmediniz." [Müslim, Eşribe, 140]


ALLÂH-U TEÂLA ANKEBÛT SURESİ 29/63.AYET-İ KERİMEDE

Müşriklerin hallerini şöyle bildirmekte:


وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ۟
Vele-in seeltehum men nezzele mine-ssemâ-i mâen feahyâ bihi-l-arda min ba’di mevtihâ leyekûlunna(A)llâh(u)

  (gökten)السَّمَٓاءِ (ten)مِنَ(indirdi)نَزَّلَ  (kim)مَنْ  (onlara sorarsan) سَاَلْتَهُمْ(ve eğer)وَلَئِنْ 
  (öldükten) مَوْتِهَا(sonra)مِنْ بَعْدِ  (yeri) الْاَرْضَ (onunla) بِهِ  (ve diriltti)فَاَحْيَا (suyu)مَٓاءً
 (Allah'adır.) لِلّٰهِۜ (Hamd övgü)الْحَمْدُ  (de ki)قُلِ(Allah) اللّٰهُۜ  (elbette derler)لَيَقُولُنَّ 
 (düşünmezler) لَا يَعْقِلُونَ۟ (çokları)اَكْثَرُهُمْ(doğrusu)بَلْ

Meali: Andolsun ki onlara: «Gökten su indirip onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?» diye sorsan, mutlaka, «Allah» derler.
Başkası için amel yapmak ŞİRKTİR.
Başkası için ameli terk etmek RİYÂKÂRLIKTIR.
Şirkten ve riyâkârlıktan kurtulmak ise ihlastır.
Ne başkası için amel edip şirk koş, ne de başkası için ameli terk edip riyâkâr ol! İkisini terk et ihlası bul.
Ebu Hureyre (ra) tarafından rivayet edilen bir hadis-i kudsi şöyledir:
“Ben şirkten müstağniyim. Ben, Ben’den başkası için yapılan işlerden uzağım. Kim ki işlediği bir amele Ben’den başkasını ortak ederse, Ben o amelin dışındayım.”
[Ebû Leys Semerkandî, Tenbihü’l Gafilîn, s.25-26]

KELİMELERİN İZAHI

1.بَغْتَةً:Bağteten, ansızın demektir. Bir kimsenin başına, habersiz bir iş geldiğinde بغتةdenir.
2.يغشٰيهم: Onları, üstlerinden örter غشاءörtü demektir.
3.لَنُبَوِّئَنَّهُمْ:Onları mutlaka yerleştireceğiz.
4.بوأه:"Yerleşmek üzere onu bir yere indirdi" demektir.
5.غراف:Guraf, Cennette yüksek ve yüce makamlar.
6.يؤفكون:Haktan batıla döndürülüyorlar.
7.يبسط:Bollaştırır.
8.يقدر:Daraltır.
9.مثوى:Mesva, insanın yerleşip kaldığı yer.

AYETİN TEFSİRİ

وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَاۜ
Rızamızı elde etmek gayesiyle, nefis, şeytan, heva, heves ve din düşmanı kafirlere karşı cihad edenler var ya, bize gelen yolu mutlaka onlara göstereceğiz. 
وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِن۪ينَKuşkusuz Allah, yardım ve desteğiyle mü'minlerle beraberdir.

BİR UYARI 
Bir müslümanın, Allah'a karşı ibadetini kolayca yapamadığı bir yerde kalması doğru olmaz. Allah'ın arzı geniştir. Ayetler, İslam yurduna hicret etmenin gerekli olduğuna işaret etmektedir. Nitekim şöyle denilmiştir: "İzzetle yaşamayı sağlayan her yer iyidir." 
***

Riya: Sözlükte “görmek” anlamındaki re’y kökünden türer. Sözlük'te rü'yet görmek, bakmak. İdare etmek. Göz ile veya kalb gözü ile görmek. Akıl ile müşahede derecesinde bilmek, idrak etmek, tefekkür etmek, düşünmek anlamlarındadır.
Riya amelini başkası görsün diye yapmaktır. Riyakarın varacağı yer Mâ'ûn suresinde bize cehennemin veyl deresine gireceklerini bildiriyor.
Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:

Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayetle "Cehennemde bir vadi vardır. Cehennem her gün, bu vadiden yetmiş defa Allaha sığınır. Allah bu vadiyi amelleriyle riya yapan, okumuş mürailer için hazırladı. Allah indinde en fazla buğza layık kullar, sultanlara, baştakilere sokulan alimlerdir." Ramuz el e-hadis, 127. sayfa, 2. hadis)

Buna şöyle bir örnek verebiliriz. Kangren ya da kanser hastalığı bedene nasıl zarar veriyor içten içe bizi bitiriyorsa, cehenneminde Veyl deresi cehenneme zarar veriyor. Bu nedenle günde yetmiş kere cehennem bu dereden Allah'a sığınıyor. Buraya riyakarlıkla ibadet yapanlar girecektir.


ALLÂH-U TEÂLÂ NİSA SURESİ 142.AYET-İ KERİMEDE
Medine'de ki münafıkları bildirerek uyarmaktadır.



اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ وَاِذَا قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلًاۘ
İnne-lmunâfikîne yuḣâdi’ûna(A)llâhe vehuve ḣâdi’uhum ve-iżâ kâmû ilâ-ssalâti kâmû kusâlâ yurâûne-nnâse velâ yeżkurûna(A)llâhe illâ kalîlâ(n)

Meâli şerifi: Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.

 (aldatmaya çalışırlar)يُخَادِعُونَ  Münafıklar (iki yüzlüler) الْمُنَافِق۪ينَ(şüphesiz)اِنَّ 
   (kalktıkları)قَامُٓوا (zaman) وَاِذَا (onları aldatır) خَادِعُهُمْۚ(oysa o)وَهُوَ (Allah'ı)اللّٰهَ 
   (gösteriş yaparlar)يُرَٓاؤُ۫نَ (üşene üşene)  كُسَالٰىۙ(kalkarlar)قَامُوا (namaza) اِلَى الصَّلٰوةِ
(biraz)قَل۪يلًاۘ  (ancak)اِلَّا  (Allah'ı) اللّٰهَ (anmazlar)وَلَا يَذْكُرُونَ (insanlara)النَّاسَ 

 

AYETİN TEFSİRİ

اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ:Münafıklar iman etmiş görünüp küfürlerini gizleyerek hilekar kimsenin yaptığı gibi yaparlar. Allah, onların kanlarını dökmeyi mü'minlere emretmek suretiyle, hilelerine karşılık verecek ve onları derece derece küfre batıracaktır. Ahirette onlar için Cehennemin en alt tabakalarını hazırlamıştır. Yüce Allah, müşakelet yoluyla, onlara vereceği cezaya "hile" ismini verdi. Çünkü, hilelerinin vebali kendilerine dönecektir.
وَاِذَا قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ:Onlar namazı ağırdan alıp tembel tembel kılarlar. Ne sevap umarlar, ne de azaptan korkarlar.
يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ:Onlar Allah rızası için değil, görsünler ve duysunlar, diye namaz kılarlar.
وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلًاۘ:Allah'ı çok az zikrederler.

FAYDALI BİLGİLER 

1. Yüce Allah'ın "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا"sözünde tekrar yoktur. Bunun manası, "İmanda sebat ve devam edin" demektir. Nitekim mü'min اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ"Bizi doğru yola ilet" der ki, bu "Bizi doğru yolda sabit kıl", demektir.
2. Yüce Allah mü'minlerin zaferine "büyük bir fetih" ismini verdi ve فَتْحٌ مِنَ اللّٰهِ "Allah'tan bir fetih" diyerek onu kendisine nispet etti. Kafirlerin zaferine de "pay" ismini verdi, ve
 وَاِنْ كَانَ لِلْكَافِر۪ينَ نَص۪يبٌۙ kafirlerin bir payı olursa", diyerek onu kendisine nisbet etmedi. Bu, müslümanların şanının yüceliğini ve kafirlerin payının değersizliğini ifade eder.

3.Müfessirler şöyle der: Ateş yukardan aşağıya yedi tabakadır. Bunlar sırasıyle Cehennem, Laza, Hutame, Saîr, Sakar, Cahîm ve Hâviye'dir. Nar lafzı bunların hepsinin manasını ihtiva ettiği için, bazan birbirinin isimlerini alırlar. Bahr-ı Muhît'te böyle ifade edilmiştir.

BİR UYARI
Münafık, kafirden daha tehlikelidir. Dolayısıyla onun azabı daha şiddetlidir. Nitekim Yüce Allah,
"Şüphesiz münafıklar Cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlar için kesinlikle bir yardımcı bulamazsın,"
buyurmuştur.

Yüce Allah, kafirin tevbesinin kabulü için sadece inkara son vermesini şart koştu:
"İnkar edenlere, inkardan vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle"[Enfâl sûresi, 8 / 38] buyurdu.

Münafığa gelince onun için "Tevbe etmek, niyet ve amellerini düzeltmek, Allah'ın dinine sımsıkı sarılmak ve sadece Allah için ibadet etmek" gibi dört şart koşarak şöyle buyurdu:

"Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler, Allah' a sımsıkı sarılıp ibadetlerini yalnız onun için yapanlar başka." Bunlar Cehenneme girmezler. Bu da gösteriyor ki, münafıklar, Allah'ı inkar edenlerin en kötüleri, dolayısıyle O'nun azabına en layık olanlar ve tevbe ederek Allah'a dönmekten en uzak olanlardır. Sonra Yüce Allah,
"Onlar mü'minlerdir" demedi de, "Onlar mü'minlerle beraberdir" buyurdu. Bundan sonra da:
"Allah mü'minlere büyük bir mükafat verecektir" [Nisâ sûresi, 4/ 146] buyurdu. Burada kızgınlığını, onlardan yüz çevirdiğini ve içinde bulundukları münafıklık halinin çirkinliğini vurgulamak için "onlara mükafat verecek" demedi de, "Mü'minlere mükafat verecek" dedi. Allah, kitabının sırlarını daha iyi anlamamıza yardımcı olsun.

Şeyh Ahmed el Kâdiri: "Mürşidi kâmiller mürîdlerine vird verir ki Allah'ı çok zikretsinler münafıklıktan kurtulsunlar diye.."

ALLÂH-U TEÂLÂ NİSA SÛRESİ 145.AYET-İ KERİMEDE

اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ فِي الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ مِنَ النَّارِۚ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَص۪يرًاۙ

İnne-lmunâfikîne fî-dderki-l-esfeli mine-nnâri velen tecide lehum nasîrâ(n)
Meali şerifi: Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara hiçbir yardımcı da bulamazsın.

(en aşağı)  الْاَسْفَلِ (tabakasındadırlar)فِي الدَّرْكِ  (iki yüzlüler) الْمُنَافِق۪ينَ (doğrusu)اِنَّ 
  (hiç bir yardımcı) نَص۪يرًاۙ  (onlar için)لَهُمْ (bulamazsın)تَجِدَ (ve asla) وَلَنْ(ateşin)مِنَ النَّارِۚ 

Nisa suresi 146.ayeti kerimede ise,

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ اَجْرًا عَظ۪يمًا

İllâ-lleżîne tâbû veaslehû va’tesamû bi(A)llâhi veaḣlesû dînehum li(A)llâhi feulâ-ike me’a-lmu/minîn(e)(s) vesevfe yu/ti(A)llâhu-lmu/minîne ecran ‘azîmâ(n)

Meali şerifi: Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler, Allah'a sımsıkı sarılıp dinlerini (ibadetlerini) yalnız onun için yapanlar başkadır. İşte bunlar (gerçekte) müminlerle beraberdirler ve Allah müminlere yakında büyük mükâfat verecektir.

(Ve uslananlar)  وَاَصْلَحُوا  (Tevbe edenler)تَابُوا  (kimseler)الَّذ۪ينَ (ancak hariç)اِلَّا 
 (dinlerini)د۪ينَهُمْ  (ve yapanlar)وَاَخْلَصُوا  (Allah'a)بِاللّٰهِ (ve yapışanlar) وَاعْتَصَمُوا
(yakında)وَسَوْفَ  (müminlerle) الْمُؤْمِن۪ينَۜ (beraberdir)مَعَ (işte onlar)فَاُو۬لٰٓئِكَ(sırf Allah için)لِلّٰهِ
 (büyük)عَظ۪يمًا (bir mükafat) اَجْرًا  (Allah'da müminlere) اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ(verecektir)يُؤْتِ

AYETİN TEFSİRİ
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ :Ancak nifaktan tevbe edenler, amellerini ve niyetlerini düzeltenler, Allah'ın dinine ve kitabına sarılanlar ve amellerinde Allah'ın rızasından başka bir şey gözetmeyenler müstesna.
فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ :İşte bunlar kıyamet gününde mü'minlerle beraberdirler.

وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ اَجْرًا عَظ۪يمًا:Allah ahirette mü'minlere büyük bir mükafat yani Cenneti verecektir.

MÂ'ÛN SÛRESİ'NDE ALLÂH-U TEÂLÂ BİZLERE ŞÖYLE BUYURUR:

Mâ'ûn sûresi  1.ayeti kerime

اَرَاَيْتَ الَّذ۪ي يُكَذِّبُ بِالدّ۪ينِۜ
Era-eyte-lleżî yukeżżibu bi-ddîn(i)
Meâli şerifi: Dini yalanlayanı gördün mü?

 (dini)بِالدّ۪ينِۜ (yalanlayan)يُكَذِّبُ (kimseyi)الَّذ۪ي(gördün mü?)اَرَاَيْتَ

Maun suresi 2.ayeti kerime

فَذٰلِكَ الَّذ۪ي يَدُعُّ الْيَت۪يمَۙ
Feżâlike-lleżî yedu’’u-lyetîm(e)
Meâli şerifi: İşte o, yetimi itip kakar;

 (öksüzü)الْيَت۪يمَۙ (iter kakar)الَّذ۪ي يَدُعُّ (işte o)فَذٰلِكَ 

Mâ'ûn sûresi  3.ayeti kerime

وَلَا يَحُضُّ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۜ
Velâ yehuddu ‘alâ ta’âmi-lmiskîn(i)
Meâli şerifi:Yoksulu doyurmaya teşvik etmez;

  (yoksulu)الْمِسْك۪ينِۜ(doyurmaya)عَلٰى طَعَامِ (teşvik etmez) يَحُضُّ (Ve)وَلَا

Mâ'ûn sûresi  4.ayeti kerime

فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ
Feveylun lil-musallîn(e)
Meâli şerifi: Vay o namaz kılanların haline ki:

(namaz kılanların)لِلْمُصَلّ۪ينَۙ (vay haline)فَوَيْلٌ 

Mâ'ûn sûresi 5.ayeti kerime

اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ
Elleżîne hum ‘an salâtihim sâhûn(e)
Meâli şerifi:Onlar kıldıkları namazdan gafildirler.
  (gaflet ederler)  سَاهُونَۙ (namazlarından)عَنْ صَلَاتِهِمْ (onlar ki)اَلَّذ۪ينَ هُمْ


Mâ'ûn sûresi 6.ayeti kerime

اَلَّذ۪ينَ هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَۙ
Elleżîne hum yurâûn(e)
Meâli şerifi:Onlar gösteriş yaparlar

(gösteriş yaparlar) يُرَٓاؤُ۫نَۙ (onlar ki)اَلَّذ۪ينَ هُمْ


Mâ'un sûresi 7.ayeti kerime

وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ
Ve yemne’ûne-lmâ’ûn(e)

Meâli şerifi:Ufacık bir yardıma bile engel olurlar.
(en ufak bir yardımı) الْمَاعُونَ (ve esirgerler)وَيَمْنَعُونَ


Mâ'ûn sûresi Mekke'de inmiştir. Özet olarak iki grup insandan bahseder. Bunlar:
ı. Allah'ın nimetini inkar eden nankörler, hesap ve ceza gününü yalan sayan kafirler. 

2. Yaptığı amelle Allah'ın rızasını kasdetmeyen aksine gösteriş için amel edip namaz kılan münafıklar. Allah Teala, bunlardan birinci grubun kötü sıfatlarından bazılarını anlatır. 
Bunlar yetimi hor görür, terbiye için değil de sertlik olsun diye, yetimin yaptıklarını engellerler. Hayır yapmazlar. Yoksulun ve fakirin hakkını başkalarına hatırlatmak şeklinde dahi iyilikte bulunmazlar. Onlar ne Rablerine ibadet ederek güzel amel işlerler, ne de insanlara iyilik ederler. İkinci gruba gelince, bunlar; namazlarından gaflet içinde olan münafıklardır. 
Namazları vakitlerinde kılmazlar. Manasını bilerek değil, şeklen namaz kılarlar, amellerini gösteriş için yaparlar. Sûre bu iki grubu da azap ve helak ile tehdit eder. Bu yaptıklarının, hayret edilecek ve yadırganacak bir şey olduğunu gösteren bir üslupla, bunun büyük bir çirkinlik olduğunu bildirerek onları şiddetli bir şekilde kınar.

1.فَذٰلِكَ الَّذ۪ي يَدُعُّ الْيَت۪يمَۙ:O şiddet ve kabalıkla, zorla yetimi iten, ezip zulmeden ve hakkını vermeyendir. 

2.وَلَا يَحُضُّ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۜ:O, yoksula yemek verip onu doyurmaya teşvik etmeyendir. Ebu Hayyân der ki:ولا يحض "teşvik etmez" ifadesi, gücü yettiğinde yoksulu doyurmadığını gösterir. Bu gayet normaldir. Çünkü o cimriliğinden dolayı başkasını teşvik etmeyince, kendisinin bilfiil bu işi yapmaması en normal ve tabii bir şeydir.[el-Bahr, 8/517] Razi de şöyle der: 
Eğer, Yüce Allah niçin "Yoksulu doyurmaz" demedi de "Yoksulu doyurmaya teşvik etmez" dedi? denilirse, şöyle cevap veririz: Kişi yetimin hakkını vermezse, kendi malından yoksulu nasıl doyurur? Bilakis o, başkasının malından dahi doyurulmasına cimrilik gösterir. Bu, adiliğin son derecesidir ve onun aşırı derecede cimri, kalbi katı ve adi tabiatlı olduğunu gösterir.[et-Tefsiru'l-kebir, 31/162]
Özetle söylemek gerekirse, o yoksulu doyurmaz, doyurulmasını da başkasından istemez. Çünkü o ahireti yalanlamaktadır. Eğer, yaptıklarının karşılığını alacağına ve hesaba kesin olarak inansa; elbette bu işleri yapmazdı.

3.فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ:Bu çirkin sıfatları taşıyarak namaz kılan o münafıklara helak ve azap olsun!

4.اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ:Onlar, namazlarından gafil olanlardır. Önemsemedikleri için namazları vakitlerinde kılmazlar. İbn Abbas şöyle der: Bu öyle bir namaz kılandır ki, kılarsa ondan bir sevap beklemez. Kılmazsa, bundan dolayı gelecek olan azaptan korkmaz.[Kurtubi, 20/211]
 Ebu'l-Aliye de şöyle der: Namazları vakitlerinde kılmazlar. Rüku ve secdeleri tam yapmazlar.[Kurtubi, 20-211]
Rasulullah (s.a.v.)'a bu ayetin manası sorulunca şöyle cevap verdi: "Onlar namazı vaktinde kılmayanlardır.'' [Taberi, 30/203]
Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, edatını kullanarak "عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ"buyurduğu için, bu ayetin münafıklar hakkında olduğu anlaşılıyor. Bunun içindir ki Seleften biri şöyle demiştir: في صلاتهم demeyip de عن صلاتهمdiyen Allah'a hamd olsun. Çünkü في صلاتهم "namazlarının içinde ... " deseydi, bu, mü'minler hakkında olurdu. Oysa hazan mü'min de namazında gaflete düşebilir. Bu iki gaflet arasındaki fark açıktır. Çünkü münafığın gafleti, namazı terketme ve onu önemsememe şeklinde bir gaflettir. O namazı hatırlamaz ve onu bırakıp başka şeylerle meşgul olur. Mü'min ise, namazını kılarken gaflete düştüğünde onu hemen düzeltir ve sehiv secdesi ile eksiğini giderir. Böylece her iki gaflet ve sehiv arasındaki fark ortaya çıkmış oldu. Bundan sonra Yüce Allah onların kötü vasıflarını daha çok açıklamak üzere şöyle buyurdu:

5.اَلَّذ۪ينَ هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَۙ: Onlar, kendilerine "Salih insanlar" denilsin diye, gösteriş için insanların önünde namaz kılar; "takva sahipleri" denilsin diye huşu içinde görünmeye çalışırlar, "cömert kimseler" denilsin diye zorlanarak, istemeye istemeye sadaka verirler. Bunların diğer işleri de şöhret ve gösteriş içindir.
6.وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ:Bunlar, azıcık dahi olsa, insanlara fayda vermek istemezler. Yani iğne, balta, tencere, tuz, su ve benzeri faydalanılan her türlü alet ve edevatı vermezler. Mücahid şöyle der: "الماعون" geçici olarak verilen eşya ve insanların birbirlerine verdikleri balta, kova ve kap gibi şeylerdir. Taberi şöyle der: Ellerinde bulunan şeylerden insanları faydalandırmazlar. Aslında "bir şeyin maunu" onun şağladığı fayda demektir.[Taberi, 30/203.]    
Ayette, bu basit ve az şeyler için cimrilik yapıp ihtiyacı olana vermemek yasaklanmıştır. Çünkü bunlar için cimrilik yapmak, aşırı cimriliktir Bu ise; insanlık vasfını kaybettiren bir davranıştır.

EDEBİ SANATLAR 
 Bu mübarek süre birçok edebi sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz

1.اَرَاَيْتَ الَّذ۪ي يُكَذِّبُ بِالدّ۪ينِۜ:Ayetinde, muhatabı, verilecek haberi dinlemeye teşvik eden ve onun şaşılacak bir şey olduğunu gösteren bir soru vardır.
2.فَذٰلِكَ الَّذ۪ي يَدُعُّ الْيَت۪يمَۙ:Âyetinde hazif yoluyla icaz vardır. Buradan şart cümlesi hazfedilmiştir. Yani, "Eğer onu tanımak istersen o, yetime zulmeden kimsedir." Bu, belağat üsluplarındandır.

3.فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ:Ayetinde yerme ve kınama vardır. Aynı zamanda, daha fazla kınamak için
 فويل لهمdenilerek zamir kullanma yerine açık isim getirilmiştir. Çünkü onlar yalanlamanın yanında bir de namazdan gafildirler.

4.يمنعون ile الماعونarasında cinas-ı nakıs vardır.

5.ساهون,يمنعون ve  الماعونgibi, ayet sonlarına riayet için, fasıla harfleri uygun gelmiştir.



الْمَاعُونَ nedir ? Ulemalar iki şekilde tefsir etmişlerdir.
1-) Zekat vermezler (Zekat vermeyenler cehennemin veyl deresine gidecekler)


2-) Komşunun ihtiyacı olup da karşılamayanlar veyl deresine gidecekler)

3-) Yoksulu doyurmaya teşvik etmezler.

4-) “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki.”

5-) “Onlar namazlarını ciddiye almazlar.” (Namazı vaktinde kılmazlar)

6-) “Onlar gösteriş yapanlardır.” (Gösteriş için amel yaparlar)



Zümer Suresi 11.ayet-i kerimede Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ مُخْلِصًا لَهُ الدّ۪ينَۙ
Kul innî umirtu en a’buda(A)llâhe muḣlisan lehu-ddîn(e)
De ki: Bana, dini Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu.(Hitap tüm müminleredir)

(halis kılarak)مُخْلِصًا(kulluk etmem)اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ(muhakkak bana)اِنّ۪ٓي(de ki)قُلْ
(dini)الدّ۪ينَۙ(yalnız O'na)لَهُ
ÂYETİN TEFSİRİ-SAFVETÜ'T-TEFASIR

قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ مُخْلِصًا لَهُ الدّ۪ينَۙ: Ey Peygamber! De ki: "Bana, sadece tek ve ortağı olmayan Allah'a ibadet etmem emredildi. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, bu emri sadece Peygamberine (s.a.v.) verdi ki, diğer kimselerin bunu yapmasının daha gerekli olduğuna dikkat çeksin. Yani bu, başkalarını bir nevi teşvik gibidir.

Şeyhimiz Ahmed el Kâdiri (ks) şöyle ifade ediyor:
وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ ve namazı şartlarını yerine getirerek (huşuu ve ihlasla) kılarlar
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ Namazı dosdoğru kılın (şuurla ve huzurla ikame edin)
Hak olan doğru olan her Müslümanın yapması gereken din budur. Buyuruyor Allâh-u Teâlâ.


Kur’an-ı Kerim’de namaz kılmak için değişik tabirler kullanılmıştır: SAFVETÜ'T-TEFASiR 

1. “Namazı kaza etmek” tabiri: Nisâ Sûresi 103.âyet-i kerime

"فَإِذا قَضَیْتُمُ الصَّلاةَ فَاذْکُرُوا اللَّهَ قِیاماً وَ قُعُوداً وَ عَلى‏ جُنُوبِکُمْ
“Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin.” Bu ayet-i kerimede “namazı kaza” etmekten maksat, (korku ortamı değişip düşmandan emin olunduğunda bireysel bir ibadet olarak namazı bitirmek ve tamamlamaktır.) 
Namazı bitirdiğinizde ayakta, oturarak Allah'ı çokça zikredin. Bütün hallerinizde Allah'ı zikrediniz ki düşmana karşı size yardım etsin
فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ: Korku gidip de düşmandan emin olduğunuz zaman namazı tam kılın. Size emredildiği gibi rüku ile, secdeleri ile ve bütün şartlarıyle huşu içinde kılınız.
اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا:Şüphesiz namaz mü'minler üzerine belli vakitlerle sınırlanmış bir farzdır. Onu vaktinden sonraya bırakmak caiz değildir. Bundan sonra Yüce Allah, cihada ve musibet zamanında sabırlı olmaya teşvik ederek şöyle buyurdu:
Nisâ Sûresi 104.âyet-i kerime
وَلَا تَهِنُوا فِي ابْتِغَٓاءِ الْقَوْمِۜ:Düşmanı takip hususunda gevşeklik göstermeyin. Bilakis onları takibe gayret gösterin. Bütün gözetleme yerlerinde onları bekleyin ve öldürün.
اِنْ تَكُونُوا تَأْلَمُونَ فَاِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمُونَۚ وَتَرْجُونَ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا يَرْجُونَۜ
Eğer siz yara ve savaştan acı duyuyorsanız, onlar da sizin gibi bunlardan acı duyuyorlar. Fakat siz Allah'tan onların ummadığı şehadet, sevap ve zafer bekliyorsunuz.
وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا۟:Allah, yarattıklarının menfaatlerini pek iyi bilir. Koyduğu kanun ve getirdiği tedbirlerde hikmet sahibidir. Kurtubi şöyle der: Uhud savaşı sona erince, Rasulullah (s.a.v.) müşriklerin takip edilmesini emretti. Müslümanlar ise, yaralı idiler. Rasulullah (s.a.v.), sadece bu savaşa katılmış olanların, düşmanı takip etmesini emretmiştir. Bir başka görüşe göre, gevşeklik göstermeyin emri, her cihada şamildir.

2. “Namaza kıyam etmek” tabiri:

"إِنَّ الْمُنافِقینَ یُخادِعُونَ اللَّهَ وَ هُوَ خادِعُهُمْ وَ إِذا قامُوا إِلَى الصَّلاةِ قامُوا کُسالى‏ یُراؤُنَ النَّاسَ وَ لا یَذْکُرُونَ اللَّهَ إِلاَّ قَلیلاً "

“Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.”(Nisa, 142)

Bu ayette de namaza kıyam etmek, bireysel bir ibadet sıfatıyla namazı kılmaya hazır olmak anlamındadır.

3. “Namaza gelmek” tabiri:

"وَ لا یَأْتُونَ الصَّلاةَ إِلاَّ وَ هُمْ کُسالى‏ وَ لا یُنْفِقُونَ إِلاَّ وَ هُمْ کارِهُونَ"

“İnfak ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey, Allah'ı ve elçisini tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri ve hoşlarına gitmiyorken infak etmeleridir.”(Tevbe, 54).
Mallarını da istemeyerek harcarlar. Yüce Allah, onların yaptıkları harcamanın kabulünü engelleyen sebebin inkarları olduğunu açıkladı ve ardından bu inkarın gerektirdiği şeyi bildirdi ki, o da namaza tembel tembel gelmeleri ve Allah yolunda istemeyerek harcama yapmalarıdır Çünkü onlar bunlarla ne sevap bekliyorlar, ne de azaptan korkuyorlar. Namaz, bedeni amellerin en şereflisi, Allah yolunda infak da mali işlerin en iyisi olduğu için, Allah (c.c.) burada iki yüce ameli zikretmiştir.[el-Bahru'l-muhit, 5/53]

4. Namaz kılma yerine “namazı ikame etmek” tabiri:
"الَّذینَ یُقیمُونَ الصَّلاةَ وَ یُؤْتُونَ الزَّکاةَ وَ هُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ یُوقِنُونَ"
Elleżîne yukîmûne-ssalâte veyu/tûne-zzekâte vehum bil-âḣirati hum yûkinûn(e)
“Onlar; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren kimselerdir. Onlar ahirete de kesin olarak inanırlar.”( Lokman, 4.)
الَّذینَ یُقیمُونَ الصَّلاةَOnlar namazı, rükunleri ve adabı ile huşu içerisinde en mükemmel bir şekilde kılarlar.وَ یُؤْتُونَ الزَّکاةَ Zekatı, Allah'ın rızasını kazanmak maksadıyla gönül hoşluğuyla, verilmesi gereken yerlere verirler.Ahiret yurduna, şeksiz şüphesiz inanır ve itikat ederler, Yüce Allah, ahirete inananların sadece onlar olduğunu ifade etmek ve bunu pekiştirmek için وَ هُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ یُوقِنُونَzamirini tekrarladı.

Namazı ikame etme tabiri hakkında şöyle de denilebilir.

Müminlerin sadece namaz kılmakla kalmayıp Allah ile bu sağlam ilişkinin her zaman ve her yerde diri kalması için çalıştıklarına işaret etmektedir.

İkame, bir şeyi tüm eserlerini eyleme geçirecek ve onda hiçbir gizli eser ve özellik bırakmayacak şekilde diri tutmak anlamındadır; adaletin ikamesi, sünnetin ikamesi, namazın ikamesi, şahadetin ikamesi, hadlerin ikamesi ve dinin ikamesi gibi örnekler bu kabildendir.

Elbette, "namazı ikame ederler" demekte, "namazı kılarlar" demekten fazla bir anlam vardır ki bu, en az "doğru dürüst" yani namazın şartlarına uymak, Allah'a boyun eğmek ve tevazu göstermek sûretiyle güzelce kılmak ve hatta kıldırmak mânâlarını ifade eder. Ve bunun için namazda ta'dil-i erkan (namazı erkanına uyarak kılmak) vacip olduğu gibi, özellikle namaz için iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, namazın gereklerini tamamlamak için gayret sarfetmek de dinin lüzumlu gördüğü hususlardandır.

Bu nedenle namazı ikame etmek bir ferdin namaz kılmasından daha üstün ve yüce bir manaya sahiptir. Toplumda ve insanlar arasında namazı diriltmek, diri tutmak ve ona onur ve değer bahşetmek anlamına gelmektedir.

Sevgili Peygamber Efendimiz (sav)
Ebû Zer el-Gıfârî'ye şöyle buyurmuş:

(وَأَخْلِصْ الْعَمَلَ فَإِنَّ النَّاقِدَ بَصِيرٌ)


“Amelinde ihlâslı ol, çünkü sarraf görendir..”

وَأَخْلِصْ الْعَمَلَ 
Ehlıs ameleke: Ameli Allah için yap.
فَإِنَّ النَّاقِدَ feinnenakide: kulları hesaba çeken.
بَصِيرٌ basîrun : Görücüdür.

Yüce Allah’ı en iyi tanıyan Efendimiz (s.a.v.) O’nun neyi kabul edip neyi kabul etmeyeceğini çok iyi bildiği için Ebû Zerr’e hitaben böyle buyurmuşlar. Bir diğer sahabî olan Ebû Ümâme (r.a.)’e ise:

(إنَّ اللّهَ لا يَقْبَلُ مِنَ الْعَمَلِ إلاَّ مَا كَانَ لَهُ خَالِصاً وَابْتُغِىَ بِهِ وَجْهَهُ)


“Allah Teâlâ, hâlis olmayan, sadece kendi rızasını talep etmek için yapılmamış olan ameli kabul etmez..”
[Terğıb ve Terhib c 1 s 61 hadis 9 müellif Hafız el-Münziri]buyuruyor.
Yine Yemen’e valilik görevini yapmak üzere giden Muaz (r.a.) Efendisinden tavsiye istiyor. Efendimiz (s.a.v.) buyuruyorlar ki:
(أخْلصْ دِينَكَ يَكْفِكَ الْعَمَلُ)

“Dininde İhlâslı ol, bu sana kafi gelir. Amelin az olsa da” buyurdular. 
[Terğıb ve Terhib c 1 s 58 hadis 4 müellif Hafız el-Münziri]



Mü'min suresi 20.ayeti kerime de Allâh-u Teâlâ şöyle buyurur:


اِنَّ اللّٰهَ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ۟
(inna(A)llâhe huve-ssemî’u-lbasîr(u)) 
Şüphesiz ki Allah, (hakkıyla) İşiten ve Görendir. (Her şey O’na ayandır.)



Allâh-u Teâlâ takvalı kişiyi Hucurât suresi 13. ayeti kerimede şöyle vasfediyor.



يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ

Yâ eyyuhâ-nnâsu innâ ḣalaknâkum min żekerin ve unśâ ve ce’alnâkum şu’ûben ve kabâ-ile lite’ârafû(c) inne ekramekum ‘inda(A)llâhi etkâkum(c) inna(A)llâhe ‘alîmun ḣabîr(un)



(sizi yarattık)خَلَقْنَاكُمْ (elbette biz)اِنَّا(Ey insanlar)يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ 
  (milletlere)شُعُوبًا (ve ayırdık sizi) وَجَعَلْنَاكُمْ (ve bir kadından)وَاُنْثٰى(bir erkekten)مِنْ ذَكَرٍ
(şüphesiz)اِنَّ(birbirinizi tanımanız için)   لِتَعَارَفُواۜ(ve kabilelere) وَقَبَٓائِلَ
(şüphesiz Allah)اِنَّ اللّٰهَ(Allah katında)عِنْدَ اللّٰهِ(en üstün olanınız)اَكْرَمَكُمْ
(haberdardır)خَب۪يرٌ(bilendir)عَل۪يمٌ
Yâ eyyuhâ-nnâsu innâ ḣalaknâkum min żekerin ve unśâ ve ce’alnâkum şu’ûben ve kabâ-ile lite’ârafû(c) inne ekramekum ‘inda(A)llâhi etkâkum(c) inna(A)llâhe ‘alîmun ḣabîr(un)

Meâli: Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى:Ey insanlar sizleri bir erkek ve bir kadından yarattık.
وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ: 
Ve sizleri kabilelere boylara ayırdık.
لِتَعَارَفُواۜ (niçin?) Birbirinizi tanımanız için. (Sevesiniz diye)

KELİMELERİN İZAHI
1.قَبَٓائِلَ Kabail قبيلة kelimesinin çoğuludur. Kabile, soy ve sopun birbirine bağladığı cemaattır. Kabile'nin شعب tan daha özel bir manası vardır. Çünkü "Şa'b", bir asla mensup büyük bir topluluk demektir. Şa'b, kabilelerden, kabile iseبطن(oba)lar veفخذ (yakın akrabalar)dan oluşur.

AYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR

13.يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى:Bu hitap bütün insanlaradır. Yani, ey insanlar! Biz sizi kudretimizle bir tek asıldan yarattık ve bir anne ve babadan meydana getirdik. Bu sebeple, ne baba ve atalarla övünmek ne de soy sop saymak yoktur. Hepiniz Adem'densiniz. Adem ise topraktandır.
وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ:Sizi milletlere ve çeşitli kabilelere ayırdık ki, aranızda tanışma ve kaynaşma meydana gelsin, düşmanlık ve ayrılık olmasın. Mücahid der ki: İnsan, nesebini tanısın da, "falan kabileden falan oğlu falan" denilsin diye böyle yaptık.[Muhtasaru İbn Kesir, 3/367] Buradaki تعارفوا şeklinde idi. Hafiflik sağlamak için .:J !erin biri hazfedildi. Şeyhzade şöyle der: Yani, sizi millet ve kabilelere ayırmasındaki hikmet, babalar ve atalarla övünmeniz değil, birbirinizin nesebini tanımanız ve onu babasından başkasına nisbet etmemenizdir. Neseb, soylu bir kadının halktan birisiyle evlendirilmeyecek derecede, her ne kadar örf ve şeriat bakımından muteber ise de, ondan daha büyük ve şerefli olan iman ve takva ortaya çıktığında nesebe itibar edilmez. Nitekim, güneş [Beyzavi Haşiyesi, 3/375]
اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ İnsanlar soy ve sopla değil, ancak takva ile birbirlerinden üstün olur. Kim, dünyada şeref, ahirette makam isterse, Allah' tan korksun. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kimi, insanların en değerlisi olma vasfı sevindiriyorsa, Allah' tan korksun" [Beyzavi Haşiyesi 3/375] Bir başka hadiste de şöyle buyurmuştur: "İnsanlar ikidir. Biri, iyi ve takva sahibi, Allah katında da değerli bir adam. Diğeri ise kötü, bedbaht ve Allah katında değersiz bir adamdır." [Hz. Peygamber (a.s.)'in Mekke Fethi'nde insanlara yaptığı konuşmanın bir parçasıdır. Bkz. Tirmizi, Tefsiru sure 49/5]
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌKuşkusuz Allah, kullarını bilen ve onların gizli ve aşikar işlerini görendir. O, takva sahibi ve günahkarı, iyiyi ve kötüyü bilir: "Kendinizi temize çıkarmayın. Allah, kötülükten sakınanı daha iyi bilir"
[Necm sılresi, 53/32]



Mülk suresi 13.ayeti kerimede Allâh-u Teâlâ şöyle buyuyor:

وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Ve esirrû kavlekum evi-cherû bih(i)(s) innehu ‘alîmun biżâti-ssudûr(i) 
Sözünüzü gizleyin, yahut onu açığa vurun; (fark etmez). Şüphesiz Allah, sinelerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir.

Mülk Suresi 14.ayeti kerimede Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَۜ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟
Elâ ya’lemu men ḣalaka ve huve-lletîfu-lḣabîr(u)
Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.
(Gözle görülmeyen elle tutulmayan nesneye latif nesne denir. Latif havada uçan toz kadar bile ameli olsa o bilir.)
ÂYETİN TEFSİRİ
Yaratan, yarattıklarını bilmez m? Eşyayı yaratan ve onları meydana getiren, yarattığının gizli ve açık tarafını nasıl bilmez? Halbuki O, kulların sırlarına vakıftır, gizli kapalı işleri bilir. Her şeyden haberdardır, hiçbir şey O'nun ilminden uzak kalmaz: O'nun haberi olmadan hiçbir zerre kımıldamaz. Hiçbir nefis ne hareket eder, ne de durur. 

Zilzâl suresi 7.ayeti kerimede Allâh-u Teâla şöyle buyuruyor:

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ
Femen ya’mel miśkâle żerratin ḣayran yerah(u)
Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.
ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ
Kim, bir zerre toprak ağırlığında bir hayır yaparsa, kıyamet günü onu defterinde bulur ve karşılığını alır. Kelbi der ki: Zerre, en küçük karıncadır. İbn Abbas da der ki: Elini yere koyup kaldırdığınca, ona yapışan her toprak bir zerredir.[et-Tefsiru'l-kebir, 31/61]


Zilzâl suresi 8.ayeti kerimede Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
Vemen ya’mel miśkâle żerratin şerran yerah(u)
Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.
ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR
وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
Kim, bir zerre toprak ağırlığında bir şer işlerse, kıyamet günü onu defterinde bulur ve karşılığını alır. Kurtubi der ki: Bu, Yüce Allah'ın, Ademoğlu'nun küçük, büyük hiçbir amelinden gafil kalmadığına dair getirdiği bir misaldir. Bu, Yüce Allah'ın, "Kuşkusuz Allah, zerre ağırlığında haksızlık etmez"iO ayetine benzer.[Kurtubi, 20/150]

FAYDALI BİLGİLER 
Hz. Peygamber (s.a.v.), kendisine eşeklerin zekatı sorulduğunda,
 فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ:Bu ayeti, "Geniş kapsamlı eşi bulunmaz bir ayet" olarak isimlendirmiş ve: "Allah onlar hakkında şu tek ve kapsamlı ayetten başka bir şey indirmemiştir" buyurarak bu ayetleri okumuştur.[Buhari, Menakıb, 28; Tefsir-i sure, 99, 1-2; İ'tisarn, 24]
***

Allâh-u Teâlâ'yı asla kimse kandıramaz. Ebû Hu­rey­re -ra­dı­yal­lâ­hu anh-, ibâ­det­le­rin­de ih­lâ­sı kay­be­dip, ben­lik ve he­vâ­la­rı­nı öne çı­kar­tan kim­se­le­rin âkı­be­ti hak­kın­da Haz­ret-i Pey­gam­ber -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-’in şöy­le bu­yur­du­ğu­nu ha­ber ver­mek­te­dir:
“Kı­ya­met gü­nü he­sâ­bı ilk gö­rü­le­cek ki­şi, şe­hid düş­müş bir kim­se olup hu­zu­ra ge­ti­ri­lir. Al­lâh Te­âlâ, ona ver­di­ği nî­met­le­ri ha­tır­la­tır, o da ha­tır­lar ve bun­la­ra ka­vuş­tu­ğu­nu îti­raf eder. Ce­nâb-ı Hak:

«– Pe­ki bun­la­ra kar­şı ne yap­tın?» bu­yu­rur.

O kim­se:

«– Şe­hid dü­şün­ce­ye ka­dar Sen’in uğ­run­da ci­hâd et­tim.» di­ye ce­vap ve­rir.

Ce­nâb-ı Hak:

«– Ya­lan söy­lü­yor­sun. Sen, ne kah­ra­man adam de­sin­ler di­ye sa­vaş­tın, o da de­nil­di.» bu­yu­rur. Son­ra em­ro­lu­nur da o ki­şi yü­züs­tü ce­hen­ne­me atı­lır.

Bu de­fa ilim öğ­ren­miş, öğ­ret­miş ve Kur’ân oku­muş bir ki­şi hu­zû­ra ge­ti­ri­lir. Al­lâh Te­âlâ ona da ver­di­ği nî­met­le­ri ha­tır­la­tır. O da ha­tır­lar ve îti­râf eder. Ona da:

«– Pe­ki bu nî­met­le­re kar­şı­lık ne yap­tın?» di­ye so­rar.

O ise:

«– İlim öğ­ren­dim, öğ­ret­tim ve Sen’in rı­zân için Kur’ân oku­dum.» ce­vâ­bı­nı ve­rir.

Ce­nâb-ı Hak:

«– Ya­lan söy­lü­yor­sun. Sen, âlim de­sin­ler di­ye ilim öğ­ren­din, ne gü­zel oku­yor de­sin­ler di­ye Kur’ân oku­dun. Bun­lar da se­nin hak­kın­da söy­len­di.» bu­yu­rur. Son­ra em­ro­lu­nur, o da yü­züs­tü ce­hen­ne­me atı­lır.

(Da­ha son­ra) Al­lâh’ın ken­di­si­ne her çe­şit mal ve im­kân ver­di­ği bir ki­şi ge­ti­ri­lir. Al­lâh Te­âlâ ver­di­ği nî­met­le­ri ona da ha­tır­la­tır. O da ve­ri­len nî­met­le­ri ha­tır­lar ve îti­râf eder.

Ce­nâb-ı Hak:

«– Pe­ki ya sen bu nî­met­le­re kar­şı­lık ne yap­tın?» bu­yu­rur.

O şa­hıs:

«– Ve­ril­me­si­ni sev­di­ğin, râ­zı ol­du­ğun hiç­bir yer­den esir­ge­me­dim, sa­de­ce se­nin rı­zâ­nı ka­zan­mak için ver­dim, har­ca­dım.» der.

Hak Te­âlâ:

«– Ya­lan söy­lü­yor­sun. Hâlbuki sen, bü­tün yap­tık­la­rı­nı ne cö­mert adam de­sin­ler di­ye yap­tın. Bu da se­nin için zâ­ten söy­len­di.» bu­yu­rur. Em­ro­lu­nur, bu da yü­züs­tü ce­hen­ne­me atı­lır.” (Müs­lim, İmâ­re, 152)



Tahrim suresi 8.ayette Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحًاۜ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû tûbû ila(A)llâhi tevbeten nasûhan ‘asâ rabbukum en yukeffira ‘ankum seyyi-âtikum ve yudḣilekum cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâru yevme lâ yuḣzi(A)llâhu-nnebiyye velleżîne âmenû me’ah(u)(s) nûruhum yes’â beyne eydîhim vebi-eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûranâ vaġfir lenâ(s) inneke ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
Meali şerifi: Ey inananlar! Yürekten tevbe ederek Allah'a dönün ki, Rabbiniz kötülüklerinizi örtsün, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koysun. Allah'ın Peygamberini ve onunla beraber olan müminleri utandırmayacağı o gün, nurları önlerinde ve defterleri sağlarından verilmiş olarak yürürler ve: "Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, bizi bağışla, doğrusu Sen her şeye Kadir'sin" derler.

  (Allah'a) اِلَى اللّٰهِ (tevbe edin) تُوبُٓوا(inananlar)اٰمَنُوا (Ey kimseler)يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ
  (örter) اَنْ يُكَفِّرَ (Rabbiniz)رَبُّكُمْ (umulur ki)عَسٰى(Yürekten)  نَصُوحًاۜ (tevbe ile)تَوْبَةً 
   (cennetlere) جَنَّاتٍ (sizi sokar)وَيُدْخِلَكُمْ  (kötülüklerinizi)سَيِّـَٔاتِكُمْ (sizden)عَنْكُمْ
    (günde)يَوْمَ (ırmaklar) الْاَنْهَارُۙ(altlarından)مِنْ تَحْتِهَا (akan)تَجْر۪ي
 (ve olanları)وَالَّذ۪ينَ(Allah'ın peygamberi)  اللّٰهُ النَّبِيَّ  (utandırmayacağı) لَا يُخْزِي
(arasından) بَيْنَ  (koşar) يَسْعٰى(onların nuru) نُورُهُمْ(onunla beraber)مَعَهُۚ  (inanmış) اٰمَنُوا
 (Rabbimiz)رَبَّنَٓا (derler ki)يَقُولُونَ(ve sağ yanlarından)وَبِاَيْمَانِهِمْ (ellerinin) اَيْد۪يهِمْ
 (doğrusu senin) اِنَّكَ(bizi)لَنَاۚ(ve bağışla) وَاغْفِرْ (nurumuzu)نُورَنَا  (bize)لَنَا (tamamla)اَتْمِمْ
   (gücün yeter)قَد۪يرٌ(şey)شَيْءٍ (her) كُلِّ (üzerine)عَلٰى


8.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحًاۜ:
Ey mü'minler! Günahlarınızı bırakıp içten, doğru ve son derece samimi bir tevbe ile Allah'a dönün.

Hz.Ömer'e (r.a.) Nasuh tevbenin ne olduğu sorulunca şöyle cevap verdi:
"O, kişinin tevbe ettikten sonra, sütün memeye dönmediği gibi, bir daha günaha dönmemesidir."[Hazin, 4/122] 

Ulema şöyle der: Nasuh tevbe, şu üç şartı taşıyan tevbedir: Günahtan vazgeçmek, işlenen günaha pişman olmak ve bir daha ona dönmemeye azmetmek. İşlenen suçla, bir insanın hakkı yenmişse dördüncü bir şart ilave edilir. Bu da, hakların, sahiplerine geri verilmesidir.
عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ Umulur ki Allah size acır da günahlarınızı siler.

Tefsirciler şöyle der:عَسٰىFiilinin faili, Allah Teala olduğunda bu fiil vücub ifade eder. Muhakkak olacak, demektir. Bu, tevbenin kabûlü hususunda kendisinden bir lütuf ve ikram olarak, Yüce Allah'ın kullarını ümitlendirmesidir. Çünkü büyük, vaadedince yerine getirir. Kralların adeti de, bir şey istediklerinde عَسٰىdemeleridir. Bu, muhakkak olacak manasındadır.[ Rûhu'l-meânî, 28/160]

وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ Ahırette de sizi, köşklerinin altından Cennet ırmakları akan güzel bağlara ve bostanlara sokacaktır. O gün Allah, Peygamber'i ve ona uyan mü'minleri kafirlerin önünde utandırmayacak, aksine onlara ikram edip aziz kılacaktır.

Ebussuûd şöyle der: Burada Yüce Allah'ın rezil ettiği kafir ve fasıklara târiz vardır. [Ebussuûd, 5/175]
نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ O mü'minlerin nuru, sırat üzerinde onlar için ışık saçacaktır. Aynı gece karanlığında ışık saçtığı gibi, onların nuru da önlerini, arkalarını, sağlarım ve sollarını aydınlatır.
[Hadiste rivayet edildiğine ı;ıöre Rasulullah (s.a.v.)'a, "Kıyamet günü, diğer ümmetler arasından ümmetini nasıl tanıyacaksın ' diye soruldu. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Abdestin izlerinden dolayı onlar, alınları ve abdest azaları bembeyaz olarak gelirler". Yani abdestin eserlerinden yüzleri ve elleri nur saçar. işte böylece Rasulullah (s.a.v.) onları tanır.]

يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ Allah' a şöyle diyerek dua ederler: "Ey Rabbimiz! Bu nuru üzerimize tamamla. Onu bizim için devamlı kıl. Bizi, karanlıklarda bocalar bırakma."

İbn Abbas şöyle der: Bu, Allah münafıkların nurunu söndürdüğü zaman, mü'minlerin yaptığı duadır.[Kurtubi, 18/201] Korktukları için, Cennete varıncaya kadar, bu şekilde Rablerine dua ederler.
وَاغْفِرْ لَنَاۚ İşlediğimiz günahları bağışla.

اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌSen her şeye, yani bağışlama, cezalandırma, acıma ve azap etmeye gücü yetensin. Bundan sonra Yüce Allah, düşmanları olan kafir ve münafıklara karşı cihad etmeyi emretti:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحًاۜ
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû tûbû ila(A)llâhi tevbeten nasûhan
Ey inananlar! Yürekten tevbe ederek Allah'a dönün
İşlediğiniz günaha dönmemek için yapılan tevbeye nasuh tevbesi denir.
عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ
(Muhakkakعَسٰى tahkik anlamında) Rabbiniz kötülüklerinizi örter. Yani nasuh tevbenizi günahlarınıza kefaret yapar. Allah onların günahlarını sevaba çevirir. (Artık günah yerine sevap yapmaya salih amel işlemeye başlarsınız.)
Allâh-u Teâlâ size şart koşuyor ve bunları yaparsanız sizleri cennetime koyarım buyuruyor.

وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ

ve yudḣilekum cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâru
içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar.

يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ
yevme lâ yuḣzi(A)llâhu-nnebiyye velleżîne âmenû me’ah(u)(s)
Allah peygambere, hem onunla birlikte inanmış bulunanlara mahcup etmeyecek.
Bu kadar kerem sahibi bir Rabbimiz var. Bizimde kullukta ve ibadette daha gayretli olmamız lazım.

نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ
nûruhum yes’â beyne eydîhim vebi-eymânihim
Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider.derler.

يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûranâ vaġfir lenâ(s) inneke ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
“Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter”



Hicr Suresi 39 ve 40.ayeti kerimelerde bu konu şöyle anlatılır:
Şeytan ihlaslı kula yaklaşamaz

قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
Kâle rabbi bimâ aġveytenî leuzeyyinenne lehum fî-l-ardi veleuġviyennehum ecma’în(e)

(azdırmandan)اَغْوَيْتَن۪ي (ötürü) بِمَٓا (Rabbim)رَبِّ(de ki)قَالَ
(yeryüzünde)فِي الْاَرْضِ (onlara) لَهُمْ (and olsun günahları süsleyeceğim) لَاُزَيِّنَنَّ
   (kulların)عِبَادَكَ(ancak hariç) اِلَّا (hepsini)اَجْمَع۪ينَۙ (ve onları azdıracağım)وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ
(ihlaslı)الْمُخْلَص۪ينَ (içlerinden) مِنْهُمُ

ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي:
İblis: Ey Rabbim! Beni saptırman ve azdırmandan dolayı
لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ:Mutlaka Adem'in soyuna masiyet ve günahları süsleyeceğim
وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ:Onların hepsini doğru yoldan saptıracağım.
Hicr Suresi 40.ayeti kerime

اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ
İllâ ‘ibâdeke minhumu-lmuḣlasîn(e)
Meali şerifi: (İblis) dedi ki: 
Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim
 ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna.
ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ:Ancak kullarından itaatın ve rızan için seçtiklerin hariç. Benim, onları azdıracak gücüm yoktur.


Sâd suresi 28.ayeti kerimede Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
Salih ameller işleyenlerle, yeryüzünde fesat çıkaranlar bir değildir.

اَمْ نَجْعَلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِد۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ اَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّق۪ينَ كَالْفُجَّارِ
Em nec’alu-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti kelmufsidîne fî-l-ardi em nec’alu-lmuttekîne kelfuccâr(i)

Meali şerifi:Yoksa biz, iman edip de iyi işler yapanları,
 yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? 
Veya (Allah'tan) korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız?


  (ve yapanları)وَعَمِلُوا (inananları)اٰمَنُوا (kimseleri) الَّذ۪ينَ (tutacağız) نَجْعَلُ (yoksa)اَمْ
  (yer yüzünde)فِي الْاَرْضِۘ(bozgunculuk yapanlar gibi mi?)كَالْمُفْسِد۪ينَ (iyi işleri) الصَّالِحَاتِ
  (yoldan çıkanlar gibi mi?) كَالْفُجَّارِ (muttakileri)  الْمُتَّق۪ينَ(tutacağız) نَجْعَلُ(yoksa) اَمْ 

ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR

اَمْ نَجْعَلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِد۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ: Yoksa iyi iş yapan mü'minleri, yeryüzünde fesat çıkaran kafirler gibi mi tutacağız?
اَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّق۪ينَ كَالْفُجَّارِ:Ya da seçkin iyi kimseleri, günaha batmış kötü kimseler gibi mi tutacağız? Maksat şudur: Yüce Allah'ın hikmetinde, güzel iş yapanla kötü iş yapan, iyi ile kötü eşit olmaz. 
Bu ayette haşre ve hesabın varlığına delil vardır. 
Aynı zamanda bu ayette vaat ve tehdit vardır. 
İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah, mü'minlerle kafirleri eşit tutmasının, adalet ve hikmetinden olmadığını açıkladı. Durum böyle olunca, itaat edene sevabın, günah işleyene de cezanın verileceği bir hesabın olması gerekir. Akl-ı selimler, hesab ve ahiret hayatının gerekli olduğunu gösterir. Çünkü biz azgın zalimi görüyoruz ki, malı, çocuğu ve nimeti artıyor ve ceza görmeden ölüp gidiyor. Ve yine görüyoruz ki, mazlum itaatkar kimse hüzün ve kederiyle ölüyor. Her şeyi bilen ve hikmet sahibi Allah'ın hikmetinde, mazlumun hakkının zalimden alınması gerekir. Bu, bu dünyada alınmayınca, bu hesap ve eşitliğin gerçekleşmesi için başka bir yurdun varlığı zaruri hale gelir ki bu da ahiret yurdudur. [Muhtasaru İbn Kesir, 3/202] 
Bundan sonra Yüce Allah, Kur'an'ın inmesindeki gayeyi açıkladı ki bu gaye de "amel etmek" ve "düşünmektir"

RİYAKÂRLAR İSE KUR'AN'I KERİMDE ŞÖYLE ANILDI


Bakara suresi 264.ayeti kerimede Allah şöyle buyurur.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًاۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ


Yâ eyyuhe-lleżîne âmenû lâ tubtilû sadekâtikum bilmenni vel-eżâ kelleżî yunfiku mâlehu ri-âe-nnâsi velâ yu/minu bi(A)llâhi velyevmi-l-âḣir(i)(s) femeśeluhu kemeśeli safvânin ‘aleyhi turâbun feasâbehu vâbilun feterakehu saldâ(en)(s) lâ yakdirûne ‘alâ şey-in mimmâ kesebû(k) va(A)llâhu lâ yehdi-lkavme-lkâfirîn(e)

Meali şerifi: Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez. 

 (boşa çıkarmayın)لَا تُبْطِلُوا(iman edenler)اٰمَنُوا (Ya ey kimseler)يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ
(ve eziyet etmekle) وَالْاَذٰىۙ  (başa kakmakla)بِالْمَنِّ(sadakalarınızı) صَدَقَاتِكُمْ
  (insanlara)النَّاسِ (gösteriş için) رِئَٓاءَ  (malını) مَالَهُ  (infak eden)يُنْفِقُ(gibi)كَالَّذ۪ي
    (ahiret) الْاٰخِرِۜ (ve gününe) وَالْيَوْمِ(Allah'a)بِاللّٰهِ (inanmayan)وَلَا يُؤْمِنُ 
(üzerinde bulunan)عَلَيْهِ (şu kayaya) صَفْوَانٍ (benzer ki)كَمَثَلِ(öylesinin durumu) فَمَثَلُهُ
   
(onu bırakır)فَتَرَكَهُ  (bir sağanak yağmur) وَابِلٌ (ona isabet ettiğinde) فَاَصَابَهُ (toprak)تُرَابٌ 
(şey) شَيْءٍ(hiç bir)عَلٰى(böyleleri elde edemezler)لَا يَقْدِرُونَ (sert bir taş halinde)صَلْدًاۜ
(doğru yola iletmez) لَا يَهْدِي (Allah)وَاللّٰهُ  (kazandıkları)كَسَبُواۜ (şeylerden) مِمَّا
(kafirler)الْكَافِر۪ينَ (toplumunu) الْقَوْمَ


Yüce Allah önceki ayetlerde insanların, Allah'ın dostları mü'minler ve tağûtun dostları kafirler olmak üzere ikiye ayrıldığını açıkladı. Sonra da iman ve azgınlıktan herbirine örnekler verdi. Bu ayetlerde ise, Allah yolunda, özellikle Allah'ın düşmanlarına karşı cihad hususunda harcamaya teşvik sebeplerini zikretmektedir.
Çünkü hak yolunda cihad etmenin üç merhalesi vardır: 
Birincisi delillerle ikna etmek, ikincisi nefs ile cihad, üçüncüsü de mal ile cihaddır. Birinci ve ikinci merhaleler daha önce zikredildiği için burada mal ile cihad açıklanmaktadır. 

KELİMELERİN İZAHI

المن: Menn, bir kimsenin başkasına yaptığı iyilikleri sayıp dökmesi ve kendisini üstün görerek kibirle, verdiği nimeti ona hatırlatmasıdır. 
Şair şöyle der: Yaptığın iyiliği, başa kakarak ifsat ettin. Cömert, iyilik ettiğinde başa kakmaz .

رِئَٓاءَ النَّاسِ:İnsanlara gösteriş için. Yani harcamasıyla Allah'ın rızasını değil, insanların övgüsünü kazanmak ister. Bu kelime görmek manasına gelen rü'yet kökündendir. Buna göre riya, insanların kendisini övmesi ve ona hürmet etmesi için, yaptıklarını onlara göstermektir.

صفوان:Safvan, büyük düz taş demektir. Ahfeş şöyle der: Bu kelime çoğuldur. Müfredi Safvane' dir. Bir görüşe göre bu, hacer kelimesi gibi cins isimdir.

وأبل:Vabil, şiddetli yağmur demektir.

صَلْدًاۜ:Sald, düz taştır. Birşey bitirmeyen herşeye "sald" denir: "Düz alın" manasına olan, 

ربوة:Rabve, yüksek yer demektir. Yüksek yere rabve ve rabiye denilir. 

طل:Tall, küçük taneli hafif yağmur, çise demektir. Mücahid'in de içlerinde bulunduğu bir grup ilim adamı da, tall kelimesinin "çiğ" manasına geldiğini söylemişlerdir.

إعصار:İ'sar, yerden esip, direk gibi göğe doğru yükselen şiddetli rüzgar demektir.

لَا تَيَمَّمُوا:"Kalkışmayın, niyetlenmeyin" demektir.

تغمضوا: Gözünüzü yumarsınız. Bir kimse bir hususta kolaylık gösterdiğinde اغْمِض الرجل"Adam göz yumdu" denir. Hoşa gitmeyen bir şey için göz yummaya da إغضءdenir. Bu, ona benzer.

ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASİR 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
Ey mü'minler! Sevap alma veya azaptan kurtulmayı düşünmeksizin Allah'a ve ahiret gününe inanmadan gösteriş için malını harcıyarak infakının sevabını iptal eden riyakar gibi, başa kakarak ve inciterek, yaptığınız hayırların sevabını boşa çıkarmayınız.
فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ:Malını bu şekilde harcayan riyakarın durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz taşa benzer ki onu gören, münbit güzel bir tarla zanneder.
فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًاۜ:Ancak ona sağnak bir yağmur isabet ettiğinde, üzerindeki toprağı silip götürür de, o, üzerinde hiçbir toz toprak kalmamış düz kaya haline gelir. İşte münafık da böyledir. Kendisinin salih amelleri olduğunu zanneder, fakat kıyamet günü geldiğinde bunlar yok olur gider.
لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ:Yaptıkları için ahirette bir sevap alamazlar ve ondan bir fayda bulamazlar.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ: Allah, kafirler topluluğunu hayır yoluna ve doğru yola iletmez. Sonra Yüce Allah, malını Allah rızası için harcayan mü'minler hakkında başka bir darb-ı mesel getirerek şöyle buyurur:(bakara 265.ayeti)

Bir kudsî hadiste, Allah Teâlâ buyurdu ki: “Ben, ortakların ortaklıktan en uzak olanıyım. Kim işlediği amelde benden başkasını bana ortak koşarsa, o kişiyi de ortak koştuğunu da reddederim.”
[Müslim, Zühd 46. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 301, 435]

Peygamberimiz (salat ve selam olsun) şöyle buyurmuştur: "Kim alim geçinmek, sefihlerle münazara yapmak ve halkın dikkatlerini kendine çekmek gibi maksadlarla ilim öğrenirse Allah o kimseyi cehenneme atar." [Tirmizi, İlm 6, (2666)]

Bu dünyada iki yüzlü ahirette de iki yüzlü olacak. Ammar İbnu Yasir (radiyallahu anh) anlatıyor: 

Rasûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:

“Dünyada iki yüzlü olanın, kıyamet gününde ateşten iki dili olacaktır.” [Ebu Dâvûd, Edep 37]


Efendimiz (sav) nefsine tapanları şöyle haber veriyor.

Şeddâd İbnu Evs Radıyallahu Anh anlatıyor;

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

- "Ümmetim hakkında en ziyade korktuğum şey, Allah'a şirktir. Bu sözümle, ümmetimin dönüp de tekrar güneşe veya kamere veya puta tapacaklarını demek istemiyorum. Fakat beni korkutan şey, Allah'tan başkası için yapacakları ameller ve (spor maksadıyla kılınan namazda, sıhhat niyetiyle tutulan oruçta olduğu üzere, amellerde Allah rızasından başka maksatları ön plana getirme gibi) gizli arzulardır."


Yukarıdaki hadisi şerifin Arapça metni:
حَدّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ خَلَفٍ الْعَسْقَلَانِيَّ. ثَنَا رَوَّادُ بْنُ الْجَرَّاحِ عَنْ عَامِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنِ الْحَسَنِ بْنِ ذَكْوَانَ عَنْ عُبَادَةَ بْنِ نُسَيٍّ عَنْ شَدَّادِ بْنِ أَوْسٍ؛ قَالَ: قَالَ رَسُولُ للَّهِ صَلَّي اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ أَخْوَفَ مَا أَتَخَوَّفُ عَلَى أُمَّتِي الْإِشْرَاكُ بِاللَّهِ. أَمَا إِنِّى لَسْتُ أَقُولُ يَعْبُدُونَ شَمْسًا وَلَا قَمَرًا وَلَا وَثَنًا. وَلكِنْ أَعْمَالًا لِغَيْرِ اللَّهِ وَشَهْوَةً خَفِيَّةً.

فِي الزوائد: فِي إسناده عامر بن عبد اللَّه. لم أر من تكلم فِيهِ. وباقي رجا الإسناد ثقات

ŞEYHİMİZ AHMED EL KÂDİRİ HAZRETLERİ (KS)
sohbetlerinden derledim. Okuyup paylaşabilirsiniz. Dualarıınızda ben acizi de unutmayın lütfen..
Yayınlarımızın altına yorumlarınızı bekliyorum..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Your Ad Spot

Sayfalar