19 Kasım 2021 Cuma

Yüce Allah; “ Tek (bir kişi) olarak yaratıp, kendisine geniş servet, mal, mülk ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisi için her türlü imkânı önüne serdiğim, o (nankör) kimseyi (cezalandırmayı) bana bırak” buyurmuştur. (Müddesir,11-14)

 



Yüce Allah; “ Tek (bir kişi) olarak yaratıp, kendisine geniş servet, mal, mülk ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisi için her türlü imkânı önüne serdiğim, o (nankör) kimseyi (cezalandırmayı) bana bırak” buyurmuştur. (Müddesir,11-14)


Hani birisi, bir adamı cezalandırmak istediğinde, silahını çekip hücum etmek ister. Arabulucu olan adam ise iki eliyle onu tutarak faciayı önlemeye çalışır. Saldırgan bağırarak;
“Bırak beni! İntikamımı alayım. Ben ona yardım ederek, halkının önderi yaptım, mal ve mülk verdim. Ona sayısız ihsanlarda bulundum. Bütün bu iyilikleri, benimle yahut dostlarımla savaşa girsin, böbürlensin diye mi yaptım? ” der.
Yüce Allah, sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olduğu halde günahkâr bir şahsı cezalandırmayı murâd ettiğinde; O kimse rahmet denizinin içine dalmaz ise (o kula yazıklar olsun) Bu kul nasıl bir kuldur ki, rahmet kapısına girilmesi istenirken “bırak beni” diyerek kurtuluşa ermeyi reddetmektedir.


Yüce Allah: “Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, şüphesiz ki onu Allah korkusundan baş eğerek parça parça olmuş görürdün.” buyurmaktadır. (Haşr,21)


Nebi ve Velîlerin, Kuran'da belirtilen ahlâkî güzellikleri, iyi davranışları, tebliğ metot’larının muhatabı dağlar olsaydı; o haşin ve ulaşılmaz görünüme sahip dağlar, merhametli bir annenin gönlü gibi olur, ne bir şeyi kırıp döker, ne de parçalardı. Onlarda sertlik, kabalık, katılık ve yalancılık kalmaz, bir dostun eti ve derisi gibi olurlardı.
Nebi’lerin ahlakındaki yumuşaklılık ve merhamet sebebiyle dağlar ve taşların bünyesinden şefkat sütü coşar, rahmet ve merhamet meydana gelir, sert mizaçları yok olur.
Hak olan bir sözün mutlak söylenmesi gerekir.
Ancak öfkeli iken söz söylenmemelidir. Öfke ateşi yüzünden, o söz; yakıcı bir hâle gelir. Kapı ve duvar gibi katı cisimler bile gönüldeki kırgınlık yüzünden, kişinin öfkeli hâlinden nasibini alır, onlar bile öfke ateşinden etkilenir.
Gönül tandırından sıcak ekmek gibi çıkardığın bir söz, nasıl olur da kızgın olmaz? Eğer öfke anında söylediğin o söz, cisim olup karşına çıksaydı, yakıcılığı nedeniyle ona elini vuramazdın. Öfke anında bir şey söyleyecekken biraz bekle, o ekmek soğusun, o öfke geçsin…


Ekmek hayatımız için en gerekli besin maddesi olmasına rağmen, fırından çıkmış ve yakıcı bir halde iken ağzına götüren kimse aç bile olsa, ağzından çıkarıp atar. Ekmek yemekten mahrum kalır.
Allah razı olsun, Hz. Ali, savaş esnasında bir kâfirin üzerine saldırdı ve yakalayıp öldüreceği an kâfir; Hz. Ali'nin yüzüne tükürdü. Hem öyle tükürdü ki, mübarek yüzünü kapladı. Bunun üzerine Hz. Ali, kılıcını bırakarak o şahsı öldürmekten vazgeçti etraftan sesler yükseliyordu:


"Ey müminlerin halifesi bu kılıç Allah'ın kılıcı değil mi? Bu kılıç Zülfikar değil mi? Bu düşman Allah'ın düşmanı değil mi? Neden öldürmedin? "

O sana saldırmış olsaydı, seni öldürmek için hiç düşünüp çekinir miydi? Senin yaptığını yapar mı? Öldürmekten neden vazgeçtin? Hakk’ın kılıcını ne diye elinden bıraktın?


Hz. Ali (r.a.) cevaben:
" Evet, doğru söylüyorsunuz bu kılıç Hakk’ın kılıcıdır. Düşmanla savaşmak da Allah'ın emridir, ancak düşman benim yüzüme tükürünce bu hareket nefsime ağır geldi. Allah için çektiğim kılıç, nefsim ve öfkeme bulandı, Allah için öldürmem gerekirken, araya nefsim girdi. Öfkemi dindirmek, nefsimi tatmin etmek için öldürmüş olacaktım. Bu sebeple vazgeçtim” dedi.


Bu sözleri işiten kâfir, hemen şahadet parmağını kaldırarak, bana İman bilgisini anlat dedi ve kendisi ile beraber kabilesinden on sekiz kişi daha Müslüman oldu.


Hz. İsâ'ya öfke konusunda şöyle bir soru sordular:


" Allah'ın yarattığı şeyler içinde en güç, en çetin, en zor ve en korkunç olanı nedir?”


cevaben " Öfke evidir. Çünkü o ev, ateşle dolu cehennem gibidir” dedi.
Yine sordular:
"Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın yaratmış olduğu öfke ateşi ne ile söndürülür? Ne ile soğutulur?”


Cevaben "Her kim öfkesinin ateşini yatıştırıp söndürürse, o ateş hemen yatışıp hep sönüverir.” dedi… Bazı kimseler dünya malına fazla değer vermezler. Bu yüzden onlar da katılık, sertlik, cimrilik, aşırı mal hırsı görülmez. Dünyevi değerleri bağışlamayı, başkalarına yardımcı olmayı, sadaka vermeyi bilirler. Akıllı olduklarını zannedip, aklına güvenenler ise bu konuda cimrilik ettiklerinin farkına bile varmazlar. Kendi akıllarını beğenmiş olan bu tür insanlara bir söz söylense ve bir işin yapılması istense şöyle derler:
" Eğer bu söze uyup o işi yapacak olursak halk bizi akılsız zanneder, bize güler ve aklımızla alay ederler."
Bu tür kimseler az bir akılla kendilerini yüceltip akıllı sanırlar. Hâlbuki kendilerinden çok daha akıllı bulunan kimselerden habersizdirler.


Nebî (sav.) efendimiz Cennet ehlini; “ Aklına değer vermeyen, iyilik yapmayı âdet edinen, kötülük kastı olmayan kimseler…” olarak tanımlamıştır. (Evzai, s.681)


Doğuştan geri zekâlı olan kimse ile üstün zekâlı bir kimseyi gören şahıs, kendi aklını üstün zekâlı kimseye göre kıyas edip haddini bilir. Kendisinden aşağı bir akla sahip olanlara akıl ve öğüt verir. Kendisinden üstün olan kimselerden ise akıl alır. Yukarıda zikredilen Hadis-i şerif'te akıllı insanların kibir sebebiyle kimi zaman sapıttıkları ve doğru yoldan ayrıldıkları görülmüştür.


MA’ÂRİF SEYYID BURHÂNEDDÎN-I VELÎ (K.S.)
MA’ÂRİF sayfalar. 40-41-42-43-44

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder