18 Kasım 2021 Perşembe

Yâ Gavs-ı Â’zâm, insanı meydana getirdim beni taşıyan olması için. Ve mükevvenâtı da insanı taşıması için meydana getirdim.

 



Ve daha sordum. 
−Yâ Rabbi Gavs,hiç seni taşıyan bulunur mu? Dedi, 
−Yâ Gavs-ı Â’zâm, insanı meydana getirdim beni taşıyan olması için. Ve mükevvenâtı da insanı taşıması için meydana getirdim. 


Bâzı ifâdelerde zâhiri mânâ önde bâtıni mânâ onun arkasındadır, bâzılarında ise bâtıni mânâ önde zâhiri onun arkasındadır. İlâhî mertebeleri bilemez isek bu gibi durumları anlamamız mümkün olmaz. Sadece sıradan okuruz ancak neyin nereye isâbet edeceğini ve o verilen anahtarın hangi kilidi açacağını bilemeyiz. 
Cenâb-ı Hakk (c.c) bütün varlıkların taşıyanıdır, bu nedenle onun taşınması mümkün değildir. İnsanı birey olarak düşündüğümüzde yukarıdaki ifâdeye göre bâtını öne çıkmakta ve zâhiri onun arkasında kalmaktadır. 
Bu âlemler insân-ı kâmil ismi altında sıfat mertebesinde meydana getirilmiştir. Bu da geniş mânâda insân-ı kâmil programını meydana getirdim ki “Benim” sıfatlarımı ve isimleri taşısın, demektir. 
Çünkü isimlerin ve sıfatların zuhura çıkması için bir mahal gereklidir ki bu mahallin ismi de insân-ı kâmil, diğer bir ifâde ile hakîkâti Muhammediyye’dir. 
İşte Cenâb-ı Hakk (c.c)’ı taşıyan bu hakîkâti Muhammediyye’dir. Geniş mânâda bu şekilde hakîkâti Muhammedî Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın zuhur mahalli olduğundan isimleri ve sıfatları yönüyle onu taşımaktadır, Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın zâtı yönünden ise böyle bir şey söz konusu değildir. 
Bireysel mânâda ise her bir insan bir zuhur mahalli olarak taşıyıcıdır. 
“Allah Âdem’i kendi sureti üzere halk etti” hadisi kudsisi gereğince Cenâb-ı Hakk (c.c) insanı kendisinde bulunan sıfatların ve isimlerin zuhuru üzere halk etmiştir. 
Zuhur mahalli olarak biz Hakk’ı yüklenmişiz ancak gerçek yaşam olarak ise Hakk bizi yüklenmiştir. Bizim bedeni varlığımız bizi hacca götürecek olan devemizdir. 
Bu nedenle bizim esas varlığımız “ve nefahtü” ifâdesiyle belirtilen varlığımızdır. 
Hayâli ve zanni anlayışlar ile biz bu taşıdığımız yükün ne olduğundan habersiz kalmışız, bir an önce bu hayâl ve zannı bir kenara bırakıp salt kendi varlığımızla kalmalıyız. 
Yaptığımız her bir fiil Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın isimlerinin zuhuru olduğu için bizde faaliyette olan Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın ta kendisidir. Biz bu durumu ne zaman ki gerçek mânâsı ile idrâk ederiz işte o zaman “O kulunun elinde tutan, ayağında yürüyen, gözünde gören” olur. 
Aslında zâten öyle idi ancak bizim anlayışımız bu yönde değişince bu hakîkât ortaya çıkmaktadır. Bu mevzûların daha iyi anlaşılabilmesi için şuurlanmak ve ilâhî mertebeleri bilmek gereklidir. Cenâb-ı Hakk (c.c) kendi bilinmekliği için insanı halk etmiştir, bu nedenle insan hem Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın aynası hem de aynısıdır. 
Cenâb-ı Hakk (c.c)’ı en geniş mânâda zuhura getirecek olan insan varlığının yaşaması için bir sahaya ihtiyaç vardır. Cenâb-ı Hakk (c.c) bu nedenle bu âlemler sahasını kendi şanına yakışır şekilde sonsuz bir şekilde halk etmiştir.

RİSALE-İ GAVSİYE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder